DonanımHaber

ingilizce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ingilizce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İş ingilizcesi en çok kullanılan kelimeler, Türkçe anlamları ve örnek cümleler



İş İngilizcesinde sıklıkla kullanılan kelimeler ve Türkçe karşılıkları şunlardır:

1. Agenda (Gündem)

    * We have a very busy agenda today.

    * Bugün çok yoğun bir gündemimiz var.

2. Budget (Bütçe)

    * Our company needs to balance its budget.

    * Şirketimiz bütçesini dengede tutmak zorunda.

3. Client (Müşteri)

    * We should consider our client's needs.

    * Müşterimizin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalıyız.

4. Deal (Anlaşma)

    * We have a deal with our suppliers.

    * Tedarikçilerimizle bir anlaşmamız var.

5. Enterprise (Girişim)

    * His new enterprise has become very successful.

    * Yeni girişimi çok başarılı oldu.

6. Forecast (Tahmin)

    * The financial forecast for next year looks promising.

    * Gelecek yıl için finansal tahmin umut verici görünüyor.

7. Goal (Hedef)

    * Our main goal is to increase sales.

    * Ana hedefimiz satışları artırmak.

8. Investment (Yatırım)

    * We need to make smart investments to grow.

    * Büyümek için akıllı yatırımlar yapmamız gerekiyor.

9. Negotiate (Pazarlık yapmak)

    * We need to negotiate a better deal.

    * Daha iyi bir anlaşma pazarlamamız gerekiyor.

10. Profit (Kar)

    * The company made a large profit this year.

    * Şirket bu yıl büyük bir kar elde etti.

11. Risk (Risk)

    * Every business decision involves some risk.

    * Her iş kararı bir miktar risk içerir.

12. Strategy (Strateji)

    * We need a new strategy to compete in the market.

    * Piyasada rekabet etmek için yeni bir stratejiye ihtiyacımız var.

13. Target (Hedef)

    * We have met our sales target for this month.

    * Bu ayki satış hedefimize ulaştık.

14. Update (Güncelleme)

    * Please update me on the project's progress.

    * Lütfen beni projenin ilerleyişi hakkında güncelleyin.

15. Vendor (Satıcı)

    * We need to find a reliable vendor.

    * Güvenilir bir satıcı bulmamız gerekiyor.

16. Acquisition (Satın Alma)

* The company is planning a new acquisition.

* Şirket yeni bir satın alma planlıyor.

17. Competition (Rekabet)

* The competition in our industry is fierce.

* Sektörümüzdeki rekabet acımasız.

18. Deadline (Son Teslim Tarihi)

* The deadline for the project is next Friday.

* Projenin son teslim tarihi gelecek Cuma.

19. Entrepreneur (Girişimci)

* She is a successful entrepreneur.

* O başarılı bir girişimci.

20. Franchise (Franşiz)

* He owns a franchise of a popular coffee chain.

* Popüler bir kahve zincirinin franşizasına sahip.

21. Growth (Büyüme)

* Our company has seen significant growth this year.

* Şirketimiz bu yıl önemli bir büyüme gördü.

22. Human Resources (İnsan Kaynakları)

* The Human Resources department handles hiring.

* İnsan Kaynakları departmanı işe almayı yürütüyor.

23. Inflation (Enflasyon)

* The rate of inflation has increased.

* Enflasyon oranı arttı.

24. Joint Venture (Ortak Girişim)

* They are entering a joint venture to develop new products.

* Yeni ürünler geliştirmek için bir ortak girişime giriyorlar.

25. Knowledge (Bilgi)

* Knowledge of the market is crucial for success.

* Piyasanın bilgisi başarı için çok önemlidir.

26. Liabilities (Borçlar)

* The company's liabilities exceed its assets.

* Şirketin borçları, varlıklarını aşıyor.

27. Margin (Kar Marjı)

* We need to increase our profit margin.

* Kar marjımızı artırmamız gerekiyor.

28. Net income (Net Gelir)

* The net income of the company has doubled.

* Şirketin net geliri ikiye katlandı.

29. Opportunity (Fırsat)

* We have a great opportunity to expand.

* Genişleme için harika bir fırsatımız var.

30. Partnership (Ortaklık)

* They have formed a partnership to run the business.

* İşi yürütmek için bir ortaklık kurmuşlar.







devam



ChatGPT




Tabii ki, işte daha fazla iş İngilizcesi kelimesi:

31. Quality (Kalite)

* We pride ourselves on the high quality of our products.

* Ürünlerimizin yüksek kalitesiyle gurur duyuyoruz.

32. Revenue (Gelir)

* Our revenue has increased significantly this year.

* Gelirimiz bu yıl önemli ölçüde arttı.

33. Shareholder (Hisse Sahibi)

* Shareholders were pleased with the company's performance.

* Hisse sahipleri, şirketin performansından memnundu.

34. Turnover (Ciro)

* The company's annual turnover has exceeded expectations.

* Şirketin yıllık cirosu beklentileri aştı.

35. Unemployment (İşsizlik)

* Unemployment rates have been decreasing recently.

* İşsizlik oranları son zamanlarda azalıyor.

36. Vision (Vizyon)

* Our company's vision is to become the leader in our industry.

* Şirketimizin vizyonu, sektörümüzde lider olmaktır.

37. Wholesale (Toptan Satış)

* We offer discounts for wholesale purchases.

* Toptan alımlar için indirimler sunuyoruz.

38. eXchange Rate (Döviz Kuru)

* The exchange rate has been fluctuating a lot.

* Döviz kuru çok dalgalanıyor.

39. Yield (Verim)

* The yield on our investment has been satisfactory.

* Yatırımımızın getirisi tatmin edici oldu.

40. Zero Sum Game (Sıfır Toplamlı Oyun)

* Business is not a zero sum game, there can be mutual benefits.

* İş, sıfır toplamlı bir oyun değildir, karşılıklı faydalar olabilir.

41. Asset (Varlık)

    * The company's assets are worth millions.

    * Şirketin varlıkları milyonlarca değerinde.

42. Benchmark (Referans Noktası)

    * Our performance is above the industry benchmark.

    * Performansımız endüstri referans noktasının üzerinde.

43. Capital (Sermaye)

    * We need more capital to expand the business.

    * İşletmeyi genişletmek için daha fazla sermayeye ihtiyacımız var.

44. Dividend (Temettü)

    * The company will distribute dividends to its shareholders next month.

    * Şirket, gelecek ay hissedarlarına temettü dağıtacak.

45. Efficiency (Verimlilik)

    * We need to increase our efficiency to stay competitive.

    * Rekabetçi kalmak için verimliliğimizi artırmamız gerekiyor.

46. Freelancer (Serbest Çalışan)

    * We hired a freelancer to design our website.

    * Web sitemizi tasarlamak için serbest bir çalışan tuttuk.

47. Gross Profit (Brüt Kar)

    * Our gross profit has increased this year.

    * Brüt karımız bu yıl arttı.

48. Headquarters (Merkez)

    * The company's headquarters is in New York.

    * Şirketin merkezi New York'ta.

49. Inventory (Envanter)

    * We need to manage our inventory more effectively.

    * Envanterimizi daha etkili bir şekilde yönetmemiz gerekiyor.

50. Job Description (İş Tanımı)

    * The job description clearly states the responsibilities of the position.

    * İş tanımı, pozisyonun sorumluluklarını açıkça belirtiyor.

51. Kickoff (Başlangıç)

* The kickoff meeting for the project is next week.

* Projenin başlangıç toplantısı gelecek hafta.

52. Liability (Yükümlülük)

* The company has liabilities that need to be addressed.

* Şirketin ele alınması gereken yükümlülükleri var.

53. Merger (Birleşme)

* The merger between the two companies was completed last month.

* İki şirket arasındaki birleşme geçen ay tamamlandı.

54. Networking (Ağ Kurma)

* Networking is an important part of building business relationships.

* Ağ kurma, iş ilişkileri kurmanın önemli bir parçasıdır.

55. Overhead (Genel Giderler)

* The company is trying to reduce its overhead costs.

* Şirket genel giderlerini azaltmaya çalışıyor.

56. Profit Margin (Kar Marjı)

* We need to improve our profit margin.

* Kar marjımızı iyileştirmemiz gerekiyor.

57. Quality Assurance (Kalite Güvencesi)

* Quality assurance is a key part of our business.

* Kalite güvencesi işimizin önemli bir parçasıdır.

58. Return on Investment (Yatırım Getirisi)

* We are looking for a high return on investment.

* Yüksek bir yatırım getirisi arıyoruz.

59. Supply Chain (Tedarik Zinciri)

* Our supply chain is efficient and reliable.

* Tedarik zincirimiz verimli ve güvenilir.

60. Tax (Vergi)

* The company has to pay its taxes by the end of the financial year.

* Şirketin, mali yıl sonuna kadar vergilerini ödemesi gerekiyor.

61. Underperform (Beklentilerin Altında Performans Göstermek)

* The new product has underperformed in the market.

* Yeni ürün, piyasada beklentilerin altında performans gösterdi.

62. Variable Cost (Değişken Maliyet)

* We need to account for the variable costs in our budget.

* Bütçemize değişken maliyetleri dahil etmemiz gerekiyor.

63. White Collar (Beyaz Yakalı)

* White collar workers are mainly involved in professional, managerial or administrative work.

* Beyaz yakalı işçiler çoğunlukla profesyonel, yönetici veya idari işlerde yer alırlar.

64. eXecutive (Yönetici)

* The executive team has made a decision about the merger.

* Yönetim ekibi, birleşme hakkında bir karar verdi.

65. Year-End (Yıl Sonu)

* Year-end financial reports are due next month.

* Yıl sonu mali raporları gelecek ay vadesi olacak.

66. Zero-Based Budgeting (Sıfırdan Bütçeleme)

* Our company is considering the implementation of zero-based budgeting.

* Şirketimiz, sıfırdan bütçeleme uygulamasını düşünüyor.

67. Outsourcing (Dış Kaynak Kullanımı)

* Outsourcing certain tasks can save the company money.

* Belirli görevleri dış kaynak kullanarak yürütmek, şirkete para kazandırabilir.

68. Payroll (Maaş Bordrosu)

* The HR department is responsible for the company's payroll.

* İK departmanı, şirketin maaş bordrosundan sorumludur.

69. Quota (Kota)

* Each salesperson has a quota they are expected to meet.

* Her satış elemanının karşılaması beklenen bir kotası vardır.

70. Recruitment (İşe Alım)

* Recruitment is a critical aspect of business growth.

* İşe alım, işletme büyümesinin kritik bir yönüdür.

71. Stakeholder (Paydaş)

* It's important to consider all stakeholders when making a business decision.

* Bir iş kararı alırken tüm paydaşları göz önünde bulundurmak önemlidir.

72. Target Market (Hedef Pazar)

* Our target market is young professionals.

* Hedef pazarımız genç profesyonellerdir.

73. Unique Selling Proposition (USP) (Benzersiz Satış Önermesi)

* Our unique selling proposition is our exceptional customer service.

* Benzersiz satış önerimiz, olağanüstü müşteri hizmetlerimizdir.

74. Vision Statement (Vizyon Beyanı)

* Our vision statement is to be the world's leading provider of quality products.

* Vizyon beyanımız, dünyanın lider kaliteli ürün sağlayıcısı olmaktır.

75. Whistleblower (İhbarcı)

* The whistleblower reported unethical behavior within the company.

* İhbarcı, şirket içindeki etik dışı davranışı bildirdi.

76. eXpenses (Giderler)

* We need to track our expenses to maintain our budget.

* Bütçemizi korumak için giderlerimizi takip etmemiz gerekiyor.

77. Year-to-date (YTD) (Yılbaşından Bugüne)

* Our year-to-date sales have increased compared to last year.

* Yılbaşından bugüne kadar olan satışlarımız geçen yıla göre arttı.

78. Zero Tolerance (Sıfır Tolerans)

* We have a zero tolerance policy towards discrimination in our company.

* Şirketimizde ayrımcılığa karşı sıfır tolerans politikamız var.

79. Public Relations (PR) (Halkla İlişkiler)

* Our public relations team is working on improving our company's image.

* Halkla ilişkiler ekibimiz, şirketimizin imajını iyileştirmek üzerinde çalışıyor.

80. Quarterly (Çeyrek Yıllık)

* Our quarterly report shows a significant improvement in sales.

* Çeyrek yıllık raporumuz, satışlarda önemli bir iyileşme gösteriyor.

81. Risk Assessment (Risk Değerlendirmesi)

* A thorough risk assessment is crucial before starting a new project.

* Yeni bir proje başlatmadan önce kapsamlı bir risk değerlendirmesi hayati önem taşır.

82. Sustainability (Sürdürülebilirlik)

* More and more companies are focusing on sustainability in their operations.

* Gitgide daha fazla şirket, operasyonlarında sürdürülebilirliğe odaklanıyor.

83. Turnover Rate (İşgücü Devir Hızı)

* A high turnover rate could indicate dissatisfaction among employees.

* Yüksek bir işgücü devir hızı, çalışanlar arasında memnuniyetsizliği gösterebilir.

84. Upselling (Üst Seviye Satış)

* Upselling is a sales technique where the seller encourages the customer to spend more.

* Üst seviye satış, satıcının müşteriyi daha fazla harcamaya teşvik ettiği bir satış tekniğidir.

85. Venture Capital (Risk Sermayesi)

* Many start-ups are financed by venture capital.

* Birçok start-up, risk sermayesi tarafından finanse edilir.

86. Wholesale Price (Toptan Fiyat)

* Buying in bulk can often get you a better wholesale price.

* Toplu alım genellikle daha iyi bir toptan fiyat almanızı sağlar.

87. eXport (İhracat)

* The country's economy heavily relies on the export of oil.

* Ülkenin ekonomisi, petrol ihracatına büyük ölçüde bağımlıdır.

88. Yield (Getiri)

* The yield on the investment was higher than expected.

* Yatırımın getirisi beklenenden daha yüksekti.

89. Zero Defects (Sıfır Hata)

* The manufacturing process aims for zero defects.

* Üretim süreci, sıfır hata hedefliyor.

90. Acquisition (Edinme)

* The tech giant's latest acquisition is a small AI start-up.

* Teknoloji devinin son edinmesi küçük bir AI start-up'ıdır.

91. Break-Even Point (Denkleşim Noktası)

* We have reached the break-even point faster than expected.

* Beklenenden daha hızlı bir şekilde denkleşim noktasına ulaştık.

92. Cash Flow (Nakit Akışı)

* Maintaining positive cash flow is crucial for the health of our business.

* Pozitif nakit akışını sürdürmek, işletmemizin sağlığı için hayati önem taşır.

93. Due Diligence (Gerekli Özen)

* Due diligence is important when considering a merger or acquisition.

* Bir birleşme veya edinme düşünülürken gerekli özen önemlidir.

94. Equity (Öz Sermaye)

* Investors are interested in the company's equity.

* Yatırımcılar şirketin öz sermayesine ilgi gösteriyorlar.

95. Franchise (Franchise - Bayilik)

* Opening a franchise can be a profitable business venture.

* Bir franchise açmak, karlı bir iş girişimi olabilir.

96. Growth Rate (Büyüme Oranı)

* The company's growth rate has been impressive this year.

* Şirketin büyüme oranı bu yıl etkileyici oldu.

97. Human Resources (HR) (İnsan Kaynakları)

* The HR department is responsible for hiring new employees.

* İK departmanı yeni çalışanları işe almakla sorumludur.

98. Invoice (Fatura)

* Please send the invoice to our accounting department.

* Lütfen faturayı muhasebe departmanımıza gönderin.

99. Joint Venture (Ortak Girişim)

* The two companies have agreed on a joint venture.

* İki şirket, bir ortak girişim konusunda anlaştı.

100. Key Performance Indicator (KPI) (Anahtar Performans Göstergesi)

* We use several key performance indicators to track our progress.

* İlerlememizi takip etmek için birkaç anahtar performans göstergesi kullanıyoruz.


İngilizcenizi geliştirme stratejileri

 


1. Daha fazla pratik yapın: Pratik yapmak her dilde olduğu gibi İngilizce öğreniminde de çok önemlidir. İngilizce konuşan kişilerle konuşmayı deneyin, online pratik platformlarından yararlanın, İngilizce dil etkinliklerine katılın.

2. Kelime dağarcığınızı genişletin: B2 seviyesine geçmek için genellikle daha kompleks kelime ve dil bilgisi yapılarına hakim olmanız gerekmektedir. İngilizce kelimeleri ve ifadeleri öğrenmeye devam edin ve özellikle belirli konular hakkında konuşabilme yeteneğinizi geliştirin.

3. Dil bilgisi ve yapılarını inceleyin: B1'den B2'ye geçmek genellikle daha kompleks dil bilgisi ve yapılarını anlama yeteneğini gerektirir. İngilizce dil bilgisini geliştirmek için çeşitli online kaynaklar ve ders kitaplarından yararlanabilirsiniz.

4. Dinleme ve okuma becerilerinizi geliştirin: İngilizce diliyle daha fazla maruz kalmak, dil yeteneklerinizi geliştirmenin önemli bir yoludur. İngilizce podcast'ler dinleyin, İngilizce kitaplar okuyun, İngilizce filmler ve diziler izleyin.

5. Dil kurslarına katılın: Belirli bir seviyeden bir sonraki seviyeye geçmek için bir dil kursuna katılmak genellikle faydalıdır. Bu kurslar genellikle dil becerilerinizi sistematik bir şekilde geliştirmenizi sağlar ve size geri bildirimde bulunarak ilerlemenizi izlemenize yardımcı olur.

6. Öğrendiklerinizi uygulayın: Yeni kelimeleri ve dil bilgisi yapılarını günlük hayatınızda kullanmaya çalışın. Bu, yeni öğrendiklerinizi pekiştirmenin harika bir yoludur.

7. Sınavlara hazırlanın: Resmi bir dil sınavına (örneğin IELTS veya TOEFL gibi) hazırlanmak, genellikle dil becerilerinizi hızlı bir şekilde geliştirmenin iyi bir yoludur. Bu sınavlar genellikle dilin tüm yönlerini - okuma, yazma, dinleme ve konuşma - değerlendirir ve size hedefler belirleme ve ilerlemenizi izleme olanağı sağlar.

8. Anadil konuşanları taklit edin: Anadil konuşanların aksanlarını, entonasyonlarını ve konuşma hızlarını taklit etmek, hem konuşma hem de dinleme becerilerinizi geliştirebilir. Film, TV şovları, podcast'ler ve radyo yayınları gibi kaynakları kullanabilirsiniz.

9. Günlük tutun: İngilizce bir günlük tutmak, yazma becerinizi geliştirmenin ve aynı zamanda öğrendiklerinizi uygulamanın harika bir yoludur. Her gün, birkaç cümle veya paragraf yazmaya çalışın ve zamanla yazılarınızı genişletin ve derinleştirin.

10. Konuşma partneri bulun: İngilizce konuşma partneri bulmak, dil becerilerinizi uygulamak ve geliştirmek için çok faydalı olabilir. Partnerinizle düzenli olarak konuşarak, yeni kelimeleri ve dil bilgisini uygulama fırsatı bulabilirsiniz.

11. Gözden geçirin ve tekrar edin: Öğrenme sürecinde sık sık gözden geçirme ve tekrar etme önemlidir. Bu, yeni bilgilerin uzun süreli hafızanıza transferini sağlar. Her hafta öğrendiklerinizi gözden geçirin ve hangi alanlarda daha fazla uygulamaya ihtiyaç duyduğunuzu belirleyin.

12. Hedefler belirleyin ve motive olun: Dil öğrenme süreci zor olabilir ve bazen motivasyonunuzu kaybedebilirsiniz. Küçük, ulaşılabilir hedefler belirlemek ve öğrenme sürecini keyifli hale getirmek için ilginizi çeken materyalleri kullanmak önemlidir. Başarınızı kutlayın ve her zaman daha fazla ilerleme kaydetmek için motive olun.

13. Sesli Okuma Yapın: Yüksek sesle okumak, hem konuşma hem de okuma becerilerinizi geliştirmenin mükemmel bir yoludur. Bu yöntemle, telaffuzunuzu geliştirirken aynı zamanda okuduğunuz metni anlamayı da pekiştirirsiniz.

14. Yeni Bir Dil Alışkanlığı Edinin: Her gün yapabileceğiniz bir şeyler bulun, örneğin her sabah haberleri İngilizce okuyun ya da yemek yaparken İngilizce bir podcast dinleyin. Bu, dil öğrenmeyi rutininizin bir parçası haline getirir.

15. Çeviri Pratiği Yapın: Kendinizi hem anadilinize hem de İngilizce'ye çeviri yaparken bulun. Bu, kelime dağarcığınızı genişletir ve dil bilginizi uygulamanızı sağlar.

16. İngilizce Düşünmeye Çalışın: İngilizce'yi düşünce diliniz haline getirmeye çalışın. Bu, dil becerilerinizi doğal hale getirebilir ve İngilizce'yi daha akıcı bir şekilde konuşmanızı sağlayabilir.

17. Akıcı Konuşanları Dinleyin: TED Talks, podcast'ler, radyo programları ve diğer medya platformları, akıcı ve doğal konuşanları dinlemenin iyi bir yoludur. Bu, kulaklık becerilerinizi geliştirir ve yeni ifadeler ve kelime dağarcığı öğrenmenize yardımcı olur.

18. Geribildirim İsteyin: Öğretmeninizden, konuşma partnerinizden veya dil öğrenme topluluğundan geribildirim almak, hatalarınızı düzeltme ve dil becerilerinizi geliştirme fırsatı sunar.

19. Yeni Ortamlarda Kendinizi Deneyin: Farklı durumlar ve bağlamlar üzerinde pratik yapmayı deneyin. Örneğin, bir iş görüşmesi veya bir restoranda sipariş verme gibi belirli durumlar için pratik yapın. Bu, dil becerilerinizi çeşitli bağlamlarda uygulamanıza yardımcı olur.

20. İngilizce Oyunlar Oynayın: İngilizce kelime oyunları veya dil öğrenme uygulamaları, eğlenceli bir şekilde İngilizce pratik yapmanın harika bir yoludur. Bu, yeni kelimeler öğrenmenizi ve dil bilgisini uygulamanızı sağlar.

21. Dil Takaslarına Katılın: Dil takasları, genellikle anadilinizi öğrenmek isteyen birini bulup karşılıklı olarak birbirinize yardımcı olabileceğiniz etkinliklerdir. Bu, hem İngilizce konuşma pratiği yapmanızı hem de kültürel alışveriş yapmanızı sağlar.

22. İngilizce Şarkılar Dinleyin ve Söyleyin: İngilizce şarkılar dinlemek ve söylemek, telaffuzunuzu geliştirmenin ve aynı zamanda İngilizce'ye daha fazla maruz kalmanın harika bir yoludur.

23. Bir Dil Öğrenme Uygulaması Kullanın: Duolingo, Babbel, Rosetta Stone gibi dil öğrenme uygulamaları, özellikle yeni kelimeler ve ifadeler öğrenmek için mükemmeldir. Bu tür uygulamalar genellikle öğrenmeyi eğlenceli ve etkileşimli hale getiren oyunlaştırma özellikleri kullanır.

24. Bol Bol Dinleyin ve Tekrar Edin: İngilizce konuşanların dilbilgisi yapılarını ve kelimeleri nasıl kullandığını duymak önemlidir. Bir cümleyi veya ifadeyi dinleyin ve ardından kendi sesinizle tekrar edin. Bu, hem dinleme becerilerinizi geliştirebilir hem de telaffuzunuzu ve ağız kaslarınızı doğru şekilde hareket ettirme yeteneğinizi geliştirebilir.

25. Düşüncelerinizi İngilizce Yazın: Düşüncelerinizi veya fikirlerinizi İngilizce yazmayı deneyin. Bu, hem yazma becerilerinizi geliştirir hem de yeni dil bilgisi ve kelime dağarcığı kullanma fırsatı sağlar.

Dil öğrenme süreci herkes için farklıdır, bu nedenle önemli olan hangi stratejilerin sizin için en iyi çalıştığını bulmaktır. Sürekli olarak yeni yöntemler deneyin ve hangi yaklaşımların sizin için en etkili olduğunu belirlemek için ilerlemenizi izleyin. Unutmayın, en önemli şey motivasyonunuzu korumak ve sürecin tadını çıkarmaktır. İlerleme zaman alır, ama emin olun ki devam ederseniz ilerleyeceksiniz. Bol şanslar!

İngilizce en çok kullanılan irregular verb'ler, 3 farklı zamanda yazılışları,Türkçe karşılıkları ve 3 farklı zaman için örnek cümleler


1. go (gitmek)

    * went

    * gone

        * Örnekler:

        * I go to the park every day. (Her gün parka giderim.)

        * I went to the park yesterday. (Dün parka gittim.)

        * I have gone to the park. (Parka gitmiş durumdayım.)

2. have (sahip olmak)

    * had

    * had

        * Örnekler:

        * I have a car. (Bir arabam var.)

        * I had a car last year. (Geçen yıl bir arabam vardı.)

        * I have had a car. (Daha önce bir arabama sahip oldum.)

3. do (yapmak)

    * did

    * done

        * Örnekler:

        * I do my homework every day. (Her gün ödevimi yaparım.)

        * I did my homework yesterday. (Dün ödevimi yaptım.)

        * I have done my homework. (Ödevimi yapmış durumdayım.)

4. say (söylemek)

    * said

    * said

        * Örnekler:

        * I say hello to my friends. (Arkadaşlarıma merhaba derim.)

        * I said hello to my friends yesterday. (Dün arkadaşlarıma merhaba dedim.)

        * I have said hello to my friends. (Arkadaşlarıma merhaba demiş durumdayım.)

5. get (almak, olmak)

    * got

    * gotten/got (Britanya İngilizcesi'nde "got" kullanılır)

        * Örnekler:

        * I get a coffee every morning. (Her sabah kahve alırım.)

        * I got a coffee this morning. (Bu sabah kahve aldım.)

        * I have gotten a coffee. (Kahve almış durumdayım.)

6. take (almak)

    * took

    * taken

        * Örnekler:

        * I take a bus to work. (İşe otobüsle giderim.)

        * I took a bus to work yesterday. (Dün işe otobüsle gittim.)

        * I have taken a bus to work. (İşe otobüsle gitmiş durumdayım.)

7. come (gelmek)

    * came

    * come

        * Örnekler:

        * I come to this store every week. (Her hafta bu dükkan'a gelirim.)

        * I came to this store yesterday. (Dün bu dükkan'a geldim.)

        * I have come to this store before. (Daha önce bu dükkan'a gelmişim.)

8. see (görmek)

    * saw

    * seen

        * Örnekler:

        * I see my friends every day. (Her gün arkadaşlarımı görürüm.)

        * I saw my friends yesterday. (Dün arkadaşlarımı gördüm.)

        * I have seen my friends. (Arkadaşlarımı görmüş durumdayım.)

9. know (bilmek, tanımak)

    * knew

    * known

        * Örnekler:

        * I know the answer. (Cevabı bilirim.)

        * I knew the answer yesterday. (Dün cevabı biliyordum.)

        * I have known the answer. (Cevabı biliyorum.)

10. give (vermek)

* gave

* given

    * Örnekler:

    * I give money to charity. (Hayır kurumlarına para veririm.)

    * I gave money to charity yesterday. (Dün hayır kurumlarına para verdim.)

    * I have given money to charity. (Hayır kurumlarına para vermiş durumdayım.)

11. think (düşünmek)

* thought

* thought

    * Örnekler:

    * I think about my plans. (Planlarım hakkında düşünürüm.)

    * I thought about my plans yesterday. (Dün planlarım hakkında düşündüm.)

    * I have thought about my plans. (Planlarım hakkında düşünmüş durumdayım.)

12. find (bulmak)

* found

* found

    * Örnekler:

    * I find time to read every day. (Her gün okumak için zaman bulurum.)

    * I found time to read yesterday. (Dün okumak için zaman buldum.)

    * I have found time to read. (Okumak için zaman bulmuş durumdayım.)

13. tell (söylemek)

* told

* told

    * Örnekler:

    * I tell stories to my friends. (Arkadaşlarıma hikayeler anlatırım.)

    * I told a story to my friends yesterday. (Dün arkadaşlarıma bir hikaye anlattım.)

    * I have told stories to my friends. (Arkadaşlarıma hikayeler anlatmış durumdayım.)

14. become (olmak)

* became

* become

    * Örnekler:

    * I become tired when I work too much. (Çok çalışınca yorulurum.)

    * I became tired after working all day yesterday. (Dün tüm gün çalıştıktan sonra yoruldum.)

    * I have become tired after work. (İşten sonra yorulmuş durumdayım.)

15. understand (anlamak)

* understood

* understood

    * Örnekler:

    * I understand the instructions. (Talimatları anlarım.)

    * I understood the instructions yesterday. (Dün talimatları anladım.)

    * I have understood the instructions. (Talimatları anlamış durumdayım.)

16. bring (getirmek)

* brought

* brought

    * Örnekler:

    * I bring my lunch to work. (Öğle yemeğimi işe getiririm.)

    * I brought my lunch to work yesterday. (Dün öğle yemeğimi işe getirdim.)

    * I have brought my lunch to work. (Öğle yemeğimi işe getirmiş durumdayım.)

17. begin (başlamak)

* began

* begun

    * Örnekler:

    * I begin work at 9am. (İşi saat 9'da başlarım.)

    * I began work at 9am yesterday. (Dün işe saat 9'da başladım.)

    * I have begun work. (İşi başlatmış durumdayım.)

18. feel (hissetmek)

* felt

* felt

    * Örnekler:

    * I feel happy today. (Bugün mutlu hissediyorum.)

    * I felt happy yesterday. (Dün mutlu hissettim.)

    * I have felt happy. (Mutlu hissetmiş durumdayım.)

19. leave (ayrılmak, terk etmek)

* left

* left

    * Örnekler:

    * I leave work at 5pm. (İşten saat 5'te ayrılırım.)

    * I left work at 5pm yesterday. (Dün işten saat 5'te ayrıldım.)

    * I have left work. (İşten ayrılmış durumdayım.)

20. keep (tutmak, saklamak)

* kept

* kept

    * Örnekler:

    * I keep my keys in my bag. (Anahtarlarımı çantamda tutarım.)

    * I kept my keys in my bag yesterday. (Dün anahtarlarımı çantamda tuttum.)

    * I have kept my keys in my bag. (Anahtarlarımı çantamda tutmuş durumdayım.)

21. write (yazmak)

* wrote

* written

    * Örnekler:

    * I write in my journal every day. (Her gün günlüğüme yazarım.)

    * I wrote in my journal yesterday. (Dün günlüğüme yazdım.)

    * I have written in my journal. (Günlüğüme yazmış durumdayım.)

22. stand (ayakta durmak)

* stood

* stood

    * Örnekler:

    * I stand when I see my bus coming. (Otobüsümün geldiğini görünce ayağa kalkarım.)

    * I stood when I saw my bus coming yesterday. (Dün otobüsümün geldiğini görünce ayağa kalktım.)

    * I have stood when I saw my bus. (Otobüsümü görünce ayağa kalkmış durumdayım.)

23. lose (kaybetmek)

* lost

* lost

    * Örnekler:

    * I often lose my keys. (Sıklıkla anahtarlarımı kaybederim.)

    * I lost my keys yesterday. (Dün anahtarlarımı kaybettim.)

    * I have lost my keys. (Anahtarlarımı kaybetmiş durumdayım.)

24. pay (ödemek)

* paid

* paid

    * Örnekler:

    * I pay my bills on time. (Faturalarımı zamanında öderim.)

    * I paid my bills yesterday. (Dün faturalarımı ödedim.)

    * I have paid my bills. (Faturalarımı ödemiş durumdayım.)

25. meet (buluşmak, karşılaşmak)

* met

* met

    * Örnekler:

    * I meet my friends every weekend. (Her hafta sonu arkadaşlarımla buluşurum.)

    * I met my friends yesterday. (Dün arkadaşlarımla buluştum.)

    * I have met my friends. (Arkadaşlarımla buluşmuş durumdayım.)

26. speak (konuşmak)

* spoke

* spoken

    * Örnekler:

    * I speak English. (İngilizce konuşurum.)

    * I spoke English yesterday. (Dün İngilizce konuştum.)

    * I have spoken English. (İngilizce konuşmuş durumdayım.)

27. break (kırmak, bozmak)

* broke

* broken

    * Örnekler:

    * I break the glass by accident. (Camı kazara kırarım.)

    * I broke the glass yesterday. (Dün camı kırdım.)

    * I have broken the glass. (Camı kırmış durumdayım.)

28. fall (düşmek)

* fell

* fallen

    * Örnekler:

    * I fall asleep quickly. (Hızlıca uykuya dalarım.)

    * I fell asleep quickly yesterday. (Dün hızlıca uykuya daldım.)

    * I have fallen asleep. (Uykuya dalmış durumdayım.)

29. hold (tutmak)

* held

* held

    * Örnekler:

    * I hold the door for others. (Kapıyı başkaları için tutarım.)

    * I held the door for others yesterday. (Dün kapıyı başkaları için tuttum.)

    * I have held the door for others. (Kapıyı başkaları için tutmuş durumdayım.)

30. catch (yakalamak)

* caught

* caught

    * Örnekler:

    * I catch the ball during the game. (Oyun sırasında topu yakalarım.)

    * I caught the ball during the game yesterday. (Dün oyun sırasında topu yakaladım.)

    * I have caught the ball. (Topu yakalamış durumdayım.)

31. spend (harcamak)

* spent

* spent

    * Örnekler:

    * I spend my time reading. (Zamanımı okuyarak geçiririm.)

    * I spent my time reading yesterday. (Dün zamanımı okuyarak geçirdim.)

    * I have spent my time reading. (Zamanımı okuyarak geçirmiş durumdayım.)

32. grow (büyümek, yetiştirmek)

* grew

* grown

    * Örnekler:

    * I grow tomatoes in my garden. (Bahçemde domates yetiştiririm.)

    * I grew tomatoes in my garden last summer. (Geçen yaz bahçemde domates yetiştirdim.)

    * I have grown tomatoes in my garden. (Bahçemde domates yetiştirmiş durumdayım.)

33. throw (atmak)

* threw

* thrown

    * Örnekler:

    * I throw the ball to my dog. (Topu köpeğime atarım.)

    * I threw the ball to my dog yesterday. (Dün topu köpeğime attım.)

    * I have thrown the ball to my dog. (Topu köpeğime atmış durumdayım.)

34. fly (uçmak)

* flew

* flown

    * Örnekler:

    * I fly to New York for business. (İş için New York'a uçarım.)

    * I flew to New York last month. (Geçen ay New York'a uçtum.)

    * I have flown to New York. (New York'a uçmuş durumdayım.)

35. hide (saklamak, saklanmak)

* hid

* hidden

    * Örnekler:

    * I hide my savings under the mattress. (Birikimlerimi yatağın altına saklarım.)

    * I hid my savings under the mattress last year. (Geçen yıl birikimlerimi yatağın altına sakladım.)

    * I have hidden my savings under the mattress. (Birikimlerimi yatağın altına saklamış durumdayım.)

36. fight (dövüşmek, mücadele etmek)

* fought

* fought

    * Örnekler:

    * I fight for justice. (Adalet için mücadele ederim.)

    * I fought for justice yesterday. (Dün adalet için mücadele ettim.)

    * I have fought for justice. (Adalet için mücadele etmiş durumdayım.)

37. choose (seçmek)

* chose

* chosen

    * Örnekler:

    * I choose a healthy meal. (Sağlıklı bir öğün seçerim.)

    * I chose a healthy meal yesterday. (Dün sağlıklı bir öğün seçtim.)

    * I have chosen a healthy meal. (Sağlıklı bir öğün seçmiş durumdayım.)

38. forget (unutmak)

* forgot

* forgotten

    * Örnekler:

    * I forget my passwords often. (Şifrelerimi sık sık unuturum.)

    * I forgot my password yesterday. (Dün şifremi unuttum.)

    * I have forgotten my password. (Şifremi unutmuş durumdayım.)

39. wear (giymek)

* wore

* worn

    * Örnekler:

    * I wear my favorite jacket. (Favori ceketimi giyerim.)

    * I wore my favorite jacket yesterday. (Dün favori ceketimi giydim.)

    * I have worn my favorite jacket. (Favori ceketimi giymiş durumdayım.)

40. beat (yenmek, dövmek)

* beat

* beaten

    * Örnekler:

    * I beat the eggs for the cake. (Pastayı yapmak için yumurtaları çırparım.)

    * I beat the eggs for the cake yesterday. (Dün pastayı yapmak için yumurtaları çırptım.)

    * I have beaten the eggs for the cake. (Pastayı yapmak için yumurtaları çırpmış durumdayım.)

41. draw (çizmek)

* drew

* drawn

    * Örnekler:

    * I draw pictures in my free time. (Boş zamanlarımda resim çizerim.)

    * I drew a picture yesterday. (Dün bir resim çizdim.)

    * I have drawn a picture. (Bir resim çizmiş durumdayım.)

42. tear (yırtmak)

* tore

* torn

    * Örnekler:

    * I tear out pages from my notebook. (Not defterimden sayfalar yırtarım.)

    * I tore out a page yesterday. (Dün bir sayfa yırttım.)

    * I have torn out a page from my notebook. (Not defterimden bir sayfa yırtmış durumdayım.)

43. sell (satmak)

* sold

* sold

    * Örnekler:

    * I sell handmade crafts. (El yapımı el işleri satıyorum.)

    * I sold a craft yesterday. (Dün bir el işi sattım.)

    * I have sold crafts. (El işleri satmış durumdayım.)

44. lend (ödünç vermek)

* lent

* lent

    * Örnekler:

    * I lend books to my friends. (Kitapları arkadaşlarıma ödünç veririm.)

    * I lent a book to my friend yesterday. (Dün bir kitabı arkadaşıma ödünç verdim.)

    * I have lent books to my friends. (Kitapları arkadaşlarıma ödünç vermiş durumdayım.)

45. cut (kesmek)

* cut

* cut

    * Örnekler:

    * I cut vegetables for dinner. (Akşam yemeği için sebzeleri keserim.)

    * I cut vegetables for dinner yesterday. (Dün akşam yemeği için sebzeleri kestim.)

    * I have cut vegetables for dinner. (Akşam yemeği için sebzeleri kesmiş durumdayım.)

46. feed (beslemek)

* fed

* fed

    * Örnekler:

    * I feed my pet every morning. (Evcil hayvanımı her sabah beslerim.)

    * I fed my pet this morning. (Bu sabah evcil hayvanımı besledim.)

    * I have fed my pet. (Evcil hayvanımı beslemiş durumdayım.)

47. feel (hissetmek)

* felt

* felt

    * Örnekler:

    * I feel happy when it's sunny. (Hava güneşli olduğunda mutlu hissederim.)

    * I felt happy yesterday because it was sunny. (Dün hava güneşli olduğu için mutlu hissettim.)

    * I have felt happy because it was sunny. (Hava güneşli olduğu için mutlu hissetmiş durumdayım.)

48. keep (tutmak, saklamak)

* kept

* kept

    * Örnekler:

    * I keep my money in the bank. (Paramı bankada saklarım.)

    * I kept my money in the bank last year. (Geçen yıl paramı bankada sakladım.)

    * I have kept my money in the bank. (Paramı bankada saklamış durumdayım.)

49. kneel (diz çökmek)

* knelt / kneeled

* knelt / kneeled

    * Örnekler:

    * I kneel when I pray. (Dua ederken diz çökerim.)

    * I kneeled when I prayed yesterday. (Dün dua ederken diz çöktüm.)

    * I have kneeled when I prayed. (Dua ederken diz çökmüş durumdayım.)

50. lay (yatırmak, sermek)

* laid

* laid

    * Örnekler:

    * I lay the table for dinner. (Akşam yemeği için masayı hazırlarım.)

    * I laid the table for dinner yesterday. (Dün akşam yemeği için masayı hazırladım.)

    * I have laid the table for dinner. (Akşam yemeği için masayı hazırlamış durumdayım.)

Düzensiz fiillerin bu listesi, İngilizce gramer becerilerinizi geliştirmenize yardımcı olabilir. Bu fiilleri öğrenmek ve uygulamak, İngilizce'yi daha akıcı bir şekilde konuşmanıza ve yazmanıza yardımcı olacaktır.


İngilizcede sık kullanılan bazı deyimler ve Türkçe anlamları ve kullanım senaryoları




ChatGPT

Tabii ki, işte İngilizce'de sık kullanılan bazı deyimler, Türkçe anlamları ve kullanım senaryoları:


"Break a leg" - Kısmet!

Kullanım: Bir arkadaşınıza bir sunum yapmadan önce "Break a leg!" diyebilirsiniz.

"Bite the bullet" - Gözünü karartmak

Kullanım: Bir arkadaşınız zor bir durumu kabul etmek zorunda olduğunda, "It's time to bite the bullet" diyebilirsiniz.

"The ball is in your court" - Top senin sahanda

Kullanım: Bir durumda kararı karşı tarafa bıraktığınızda, "The ball is in your court now" diyebilirsiniz.

"Once in a blue moon" - Ayda bir kere

Kullanım: Çok nadir bir durumu ifade etmek için "I only see him once in a blue moon" diyebilirsiniz.

"A piece of cake" - Çocuk oyuncağı

Kullanım: Bir şeyin kolay olduğunu belirtmek için "That test was a piece of cake" diyebilirsiniz.

"Spill the beans" - Ağzı süt kokmamak

Kullanım: Bir sırrı ifşa etmek için "He spilled the beans about the surprise party" diyebilirsiniz.

"Kill two birds with one stone" - Bir taşla iki kuş vurmak

Kullanım: İki işi bir arada yapmayı ifade ederken "I'll kill two birds with one stone by running errands on my way to the meeting" diyebilirsiniz.

"Let the cat out of the bag" - Kediyi torbadan çıkarmak

Kullanım: Bir sırrı ifşa etmek için "He let the cat out of the bag about their plans" diyebilirsiniz.

"Hit the nail on the head" - Tam onikiden vurmak

Kullanım: Birinin bir durumu tam olarak anladığında, "You've hit the nail on the head" diyebilirsiniz.

"Beat around the bush" - Lafı gevelemek

Kullanım: Birinin konuya dolaylı yoldan girdiğini belirtmek için "Stop beating around the bush and get to the point" diyebilirsiniz.

"You can't judge a book by its cover" - Kitabın kapağına göre yargılamamalı

Kullanım: Birinin dış görünüşüne dayanarak hüküm vermememiz gerektiğini belirtirken, "You can't judge a book by its cover" diyebilirsiniz.

"The early bird gets the worm" - Erken kalkan yol alır

Kullanım: Birine erken hareket etmesinin önemini vurgulamak için, "Remember, the early bird gets the worm" diyebilirsiniz.

"Barking up the wrong tree" - Yanlış ağaca havlamak

Kullanım: Birinin yanılgı içinde olduğunu belirtmek için "You're barking up the wrong tree with that approach" diyebilirsiniz.

"Bite off more than you can chew" - Gücünün yettiğinden daha fazlasını istemek

Kullanım: Birine çok fazla iş yüklediğini söylemek için "Don't bite off more than you can chew" diyebilirsiniz.

"A picture is worth a thousand words" - Bir resim bin kelimeye bedeldir

Kullanım: Bir resmin bir durumu anlatmak için çok etkili olduğunu belirtirken, "As they say, a picture is worth a thousand words" diyebilirsiniz.

"Cut corners" - Kısayolu tercih etmek

Kullanım: Birinin işlerini hızlı yapmak için kısayollar kullandığını belirtmek için "Don't cut corners on this project; we need it done right" diyebilirsiniz.

"Bent out of shape" - Şekilden şekile girmek

Kullanım: Birinin gereğinden fazla endişeli veya sinirli olduğunu belirtmek için "Don't get bent out of shape over this small issue" diyebilirsiniz.

"The tip of the iceberg" - Buz dağının sadece görünen kısmı

Kullanım: Bir problemin sadece küçük bir kısmının göründüğünü belirtmek için "This is just the tip of the iceberg; there's a lot more to this situation than meets the eye" diyebilirsiniz.

"A penny for your thoughts" - Düşüncelerin için bir kuruş

Kullanım: Birinin düşüncelerini paylaşmasını istediğinizde "A penny for your thoughts?" diyebilirsiniz.

"Out of the blue" - Beklenmedik bir anda

Kullanım: Beklenmedik bir durumu ifade etmek için "He called me out of the blue after not speaking for years" diyebilirsiniz.

"On cloud nine" - Yedinci gökte olmak

Kullanım: Çok mutlu ve heyecanlı olduğunuzu belirtmek için, "After I got the promotion, I was on cloud nine" diyebilirsiniz.

"At the drop of a hat" - Bir çırpıda, aniden

Kullanım: Çok hızlı bir şekilde, hiç beklemeden bir şeyi yapabileceğinizi belirtmek için, "I can pack my things and leave at the drop of a hat" diyebilirsiniz.

"The ball is in your court" - Top senin sahanda

Kullanım: Karar verme sırasının karşı tarafta olduğunu belirtmek için, "I've done all I can, the ball is in your court now" diyebilirsiniz.

"Bite the bullet" - Gözünü karartmak

Kullanım: Zor veya hoş olmayan bir şeyi halletmek zorunda olduğunuzda, "I really don't want to call customer service, but I guess I'll just have to bite the bullet" diyebilirsiniz.

"Cut to the chase" - Asıl meseleye gelmek

Kullanım: Konuşmanın önemli kısmına hızlı bir şekilde geçmek istediğinizi belirtmek için, "Cut to the chase, what did they decide?" diyebilirsiniz.

"Hit the sack" - Yatağa girmek, uyumak

Kullanım: Yatağa gitmek üzere olduğunuzu belirtmek için, "I'm really tired. I'm going to hit the sack" diyebilirsiniz.

"Under the weather" - Keyifsiz, hasta

Kullanım: Kendinizi iyi hissetmediğinizi belirtmek için, "I'm feeling a bit under the weather, so I'm going to take a sick day" diyebilirsiniz.

"Raining cats and dogs" - Bardaktan boşanırcasına yağmak

Kullanım: Çok şiddetli yağmur yağdığını belirtmek için, "It's raining cats and dogs out there!" diyebilirsiniz.

"See eye to eye" - Hemfikir olmak

Kullanım: Birisiyle aynı görüşte olduğunuzu belirtmek için, "We don't always see eye to eye, but we get along" diyebilirsiniz.

"Last straw" - Bardağı taşıran son damla

Kullanım: Toleransınızın son noktada olduğunu ifade etmek için, "That's it. This is the last straw. I can't take it anymore" diyebilirsiniz.

"Burning the midnight oil" - Gece geç saatlere kadar çalışmak

Kullanım: Çok geç saatlere kadar çalışmak zorunda olduğunuzu belirtmek için "I have a big exam tomorrow so I'll be burning the midnight oil tonight" diyebilirsiniz.

"Couch potato" - Televizyon bağımlısı, tembel

Kullanım: Çok fazla TV izleyen ve hareketsiz biri hakkında konuşurken, "Don't be such a couch potato, go play outside" diyebilirsiniz.

"Bite your tongue" - Dilini tutmak

Kullanım: Birinin bir şeyi söylememesi gerektiğini belirtmek için, "You should bite your tongue next time instead of saying something rude" diyebilirsiniz.

"Break the ice" - Buzu eritmek

Kullanım: Yeni insanlarla tanışırken gerginliği azaltmak için "Let me break the ice by introducing myself first" diyebilirsiniz.

"Costs an arm and a leg" - Çok pahalı olmak

Kullanım: Çok pahalı bir şey hakkında konuşurken "This car costs an arm and a leg" diyebilirsiniz.

"Cry over spilled milk" - Dökülen sütün ardından ağlamak

Kullanım: Geri alınamayacak bir şey için üzülmemek gerektiğini belirtmek için, "There's no use crying over spilled milk. Let's just move on" diyebilirsiniz.

"Give someone the cold shoulder" - Biriyle ilgilenmemek, omuz soğukluğu göstermek

Kullanım: Birine karşı ilgisiz olduğunuzu belirtmek için, "I didn't do it on purpose, but I think I gave him the cold shoulder" diyebilirsiniz.

"In hot water" - Başının belada olması

Kullanım: Birisi sorunla karşı karşıya olduğunda, "You'll be in hot water if you don't submit your assignment on time" diyebilirsiniz.

"Keep your chin up" - Başını dik tut

Kullanım: Birine moral vermek için "Keep your chin up. Everything will be okay" diyebilirsiniz.

"Kick the bucket" - Ölmek

Kullanım: Halk arasında birinin ölümünü belirtmek için, "I'm afraid old Mr. Johnson finally kicked the bucket" diyebilirsiniz.

Dil öğrenirken, deyimler ve tabirler çok önemlidir çünkü onlar dilin daha doğal ve samimi hissetmesini sağlar. Bu deyimlerin ne zaman ve nasıl kullanılacağını öğrenmek, İngilizce'nin daha ileri seviyelerini anlamanıza yardımcı olacaktır.

Intermediate en sık kullanılan phrasal verb'ler, Türkçe anlamları, eşanlamlıları, örnek cümle içinde kullanımları..



ChatGPT

İşte İngilizce'de sık kullanılan phrasal verb'lerin Türkçe anlamları, eşanlamlıları ve örnek cümlelerle kullanımları:


Break down: Bozulmak, arıza yapmak

Eşanlamlıları: malfunction, go wrong

Örnek cümle: My car broke down on the highway. (Arabam otoyolda arıza yaptı.)


Call off: İptal etmek

Eşanlamlıları: cancel, abandon

Örnek cümle: They called off the soccer match due to heavy rain. (Aşırı yağış nedeniyle futbol maçını iptal ettiler.)


Carry on: Devam etmek

Eşanlamlıları: continue, proceed

Örnek cümle: We need to carry on with our work until it's finished. (İşi bitene kadar devam etmeliyiz.)


Come across: Tesadüfen karşılaşmak

Eşanlamlıları: encounter, run into

Örnek cümle: I came across an interesting book at the library. (Kütüphanede ilginç bir kitapla karşılaştım.)


Do without: Olmadan idare etmek

Eşanlamlıları: manage without, get by without

Örnek cümle: We had to do without electricity for a few hours. (Birkaç saat elektriksiz idare etmek zorunda kaldık.)


Figure out: Anlamak, çözmek

Eşanlamlıları: understand, solve

Örnek cümle: I couldn't figure out how to use the new software. (Yeni yazılımı nasıl kullanacağımı anlayamadım.)


Get along with: İyi geçinmek

Eşanlamlıları: have a good relationship with, get on with

Örnek cümle: She gets along with her coworkers very well. (İş arkadaşlarıyla çok iyi geçiniyor.)


Give up: Pes etmek, vazgeçmek

Eşanlamlıları: quit, surrender

Örnek cümle: Don't give up on your dreams. (Hayallerinden vazgeçme.)


Go ahead: İleri gitmek, devam etmek

Eşanlamlıları: proceed, continue

Örnek cümle: You have my permission to go ahead with the project. (Proje için ilerlemeye izniniz var.)


Hang out: Vakit geçirmek, takılmak

Eşanlamlıları: spend time, socialize

Örnek cümle: Let's hang out at the mall this afternoon. (Bugün öğleden sonra alışveriş merkezinde takılalım.)


Look after: Bakmak, ilgilenmek

Eşanlamlıları: take care of, attend to

Örnek cümle: Can you look after my cat while I'm away? (Ben yokken kedime bakabilir misin?)


Set up: Kurmak, düzenlemek

Eşanlamlıları:arrange, establish

Örnek cümle: They set up a new company last year. (Geçen yıl yeni bir şirket kurdular.)


Take off: Havalanmak, kalkmak

Eşanlamlıları: depart, lift off

Örnek cümle: The plane took off on time. (Uçak zamanında havalanmıştır.)


Turn off: Kapatmak

Eşanlamlıları: switch off, shut down

Örnek cümle: Don't forget to turn off the lights before you leave. (Ayrılmadan önce ışıkları kapatmayı unutma.)


Give in: Pes etmek, teslim olmak

Eşanlamlıları: surrender, yield

Örnek cümle: After a long negotiation, they finally gave in to our demands. (Uzun bir müzakerenin ardından sonunda taleplerimize boyun eğdiler.)


Look up: Bakmak, araştırmak

Eşanlamlıları: search, research

Örnek cümle: You can look up the definition of that word in the dictionary. (O kelimenin tanımını sözlükte araştırabilirsiniz.)


Put off: Ertelemek

Eşanlamlıları: postpone, delay

Örnek cümle: They decided to put off the meeting until next week. (Toplantıyı gelecek haftaya kadar ertelemeye karar verdiler.)


Run out of: Bitmek, tükenmek

Eşanlamlıları: exhaust, deplete

Örnek cümle: We ran out of milk, so I need to buy some more. (Süt bitti, bu yüzden biraz daha almalıyım.)


Break up: Ayrılmak, ilişkiyi sonlandırmak

Eşanlamlıları: end, split up

Örnek cümle: They decided to break up after years of being together. (Uzun yıllar birlikte olduktan sonra ayrılmaya karar verdiler.)


Get over: Üstesinden gelmek, atlatmak

Eşanlamlıları: overcome, recover from

Örnek cümle: It took her a long time to get over the loss of her pet. (Evcil hayvanının kaybını atlatması uzun zaman aldı.)

Bring up: Büyütmek, yetiştirmek

Eşanlamlıları: raise, nurture

Örnek cümle: My parents brought me up to value education. (Ebeveynlerim beni eğitime değer vererek büyüttüler.)


Look forward to: Dört gözle beklemek

Eşanlamlıları: anticipate, eagerly await

Örnek cümle: I'm really looking forward to the weekend. (Hafta sonunu dört gözle bekliyorum.)


Put up with: Tahammül etmek, katlanmak

Eşanlamlıları: tolerate, endure

Örnek cümle: I can't put up with his constant complaining anymore. (Artan şikayetlerine daha fazla tahammül edemem.)


Stand out: Göze çarpmak, dikkat çekmek

Eşanlamlıları: be noticeable, be prominent

Örnek cümle: Her bright red dress made her stand out in the crowd. (Parlak kırmızı elbisesi onu kalabalık içinde dikkat çekici kıldı.)


Take after: Benzemek, çekmek

Eşanlamlıları: resemble, inherit traits from

Örnek cümle: She takes after her mother in terms of appearance. (Görünüm açısından annesine benziyor.)


Get away: Kaçmak, uzaklaşmak

Eşanlamlıları: escape, flee

Örnek cümle: The thief managed to get away before the police arrived. (Hırsız, polis gelmeden önce kaçmayı başardı.)


Look up to: Saygı duymak, hayranlık duymak

Eşanlamlıları: admire, respect

Örnek cümle: I've always looked up to my older sister as a role model. (Her zaman ablamı bir rol model olarak saygıyla karşıladım.)


Put on: Giymek, takmak

Eşanlamlıları: wear, don

Örnek cümle: Don't forget to put on your jacket, it's cold outside. (Dışarısı soğuk, ceketini giymeyi unutma.)


Stand up for: Savunmak, desteklemek

Eşanlamlıları: defend, support

Örnek cümle: I will always stand up for my friends when they're being treated unfairly. (Arkadaşlarım haksız bir şekilde muamele gördüğünde her zaman onları savunacağım.)


Get over: Üstesinden gelmek, atlatmak

Eşanlamlıları: overcome, recover from

Örnek cümle: It took him a long time to get over the loss of his job. (İşini kaybetmenin üstesinden gelmesi uzun zaman aldı.)


Look out: Dikkat etmek, gözetlemek

Eşanlamlıları: watch out, be careful

Örnek cümle: Look out! There's a car coming towards you. (Dikkat et! Sana doğru gelen bir araba var.)


Take up: Başlamak, hobiye başlamak

Eşanlamlıları: start, begin

Örnek cümle: I've decided to take up painting as a hobby. (Hobi olarak resim yapmaya başlamaya karar verdim.)


Put out: Söndürmek, çıkarmak

Eşanlamlıları: extinguish, quench

Örnek cümle: She put out the candles before leaving the room. (Odadan ayrılmadan önce mumları söndürdü.)


Stand up: Ayakta durmak, dikilmek

Eşanlamlıları: rise, get to one's feet

Örnek cümle: Please stand up when the national anthem is played. (Milli marş çalındığında lütfen ayağa kalkın.)


Get on: Binmek, ilerlemek

Eşanlamlıları: board, progress

Örnek cümle: We need to hurry up and get on the train. (Acele etmeli ve trene binmeliyiz.)


Look back: Geriye bakmak, geçmişi hatırlamak

Eşanlamlıları: reminisce, reflect

Örnek cümle: As I look back on my childhood, I realize how much I've grown. (Çocukluğuma geriye bakarken ne kadar büyüdüğümü fark ediyorum.)


Settle down: Yerleşmek, sakinleşmek

Eşanlamlıları: establish oneself, calm down

Örnek cümle: After years of traveling, she decided to settle down and buy a house. (Yıllarca seyahat ettikten sonra yerleşmeye ve ev satın almaya karar verdi.)


Take off: Çıkarmak, havalanmak

Eşanlamlıları: remove, become airborne

Örnek cümle: He took off his hat and sat down. (Şapkasını çıkardı ve oturdu.)


Put up: Konuk etmek, ağırlamak

Eşanlamlıları: accommodate, host

Örnek cümle: We're putting up some friends from out of town for the weekend. (Hafta sonu için şehir dışından gelen bazı arkadaşları ağırlıyoruz.)


Stand for: Temsil etmek, anlamına gelmek

Eşanlamlıları: represent, signify

Örnek cümle: The acronym "UNESCO" stands for United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization. ("UNESCO" kısaltması Birleşmiş Milletler Eğitim,Bilim ve Kültür Organizasyonu'dur)

İngilizce intermediate en sık kullanılan sıfatlar, Türkçe anlamları ve cümle içinde kullanımları



Delighted (Çok memnun): I'm delighted to meet you. - Seninle tanıştığıma çok memnunum.


Tired (Yorgun): I'm so tired, I need to get some sleep. - Çok yorgunum, biraz uyumam gerekiyor.


Eager (Hevesli): She's eager to start her new job. - Yeni işine başlamak için hevesli.


Relieved (Rahatlamış): I felt relieved after the exam was over. - Sınav bittikten sonra rahatlamış hissettim.


Worried (Endişeli): He seems worried about his health. - Sağlığı hakkında endişeli görünüyor.


Excited (Heyecanlı): I'm excited about our trip next week. - Gelecek haftaki gezimiz için heyecanlıyım.


Furious (Çok öfkeli): She was furious when she found out. - Haberi öğrendiğinde çok öfkeliydi.


Grateful (Minnettar): I'm grateful for your help. - Yardımın için minnettarım.


Confused (Kafası karışmış): I'm confused about the directions. - Yönergeler konusunda kafam karışık.


Determined (Kararlı): She's determined to pass the test. - Testi geçmekte kararlı.


Brave (Cesur): He's a brave man to admit his mistakes. - Hatalarını kabul eden cesur bir adam.


Joyful (Neşeli): It's a joyful moment for all of us. - Hepimiz için neşeli bir an.


Curious (Meraklı): She's always been a curious child, asking lots of questions. - Her zaman meraklı bir çocuk oldu, çok fazla soru soruyor.


Impressed (Etkilenmiş): I'm impressed by your dedication to the project. - Proje konusundaki adanmışlığın beni etkiledi.


Annoyed (Sinirli): He was annoyed by the constant noise. - Sürekli gürültüden sinirli oldu.


Nervous (Gergin): He was nervous before the presentation. - Sunumdan önce gergindi.


Embarrassed (Mahcup): I was embarrassed by my mistake. - Hatası nedeniyle mahcup oldum.


Disappointed (Hayal kırıklığına uğramış): I was disappointed with the result. - Sonuçtan hayal kırıklığına uğradım.


Surprised (Şaşırmış): I was surprised by her sudden visit. - Aniden ziyaretiyle şaşırdım.


Jealous (Kıskanç): He's jealous of her success. - Onun başarısını kıskanıyor.


Satisfied (Memnun): I am satisfied with my exam results. - Sınav sonuçlarımdan memnunum.


Proud (Gururlu): They are proud of their country. - Ülkeleriyle gurur duyuyorlar.


Anxious (Endişeli): I'm anxious about my interview. - Mülakatım konusunda endişeliyim.


Shocked (Şokta): I was shocked to hear the news. - Haberi duyunca şoka girdim.


Gloomy (Kasvetli): The weather was gloomy today. - Hava bugün kasvetliydi.


Generous (Cömert): My uncle is a generous man. - Amcam cömert bir adam.


Greedy (Açgözlü): He is too greedy for his own good. - Kendi iyiliği için çok açgözlü.


Lazy (Tembel): You are too lazy to clean your room. - Odamı temizlemek için çok tembelsin.


Stubborn (İnatçı): My friend can be very stubborn at times. - Arkadaşım bazen çok inatçı olabilir.


Sensitive (Duygusal): She is sensitive to criticism. - Eleştirilere karşı duygusal.


Honest (Dürüst): She is an honest person. - O dürüst bir kişi.


Reliable (Güvenilir): This car is very reliable. - Bu araba çok güvenilir.


Adventurous (Macera dolu): He is an adventurous traveler. - O, macera dolu bir gezgin.


Polite (Kibar): You should be more polite to your elders. - Yaşlılara karşı daha kibar olmalısın.


Rude (Kaba): It's rude to interrupt people when they're speaking. - İnsanlar konuşurken onları kesmek kaba bir davranış.


Shy (Utangaç): She's shy around new people. - Yeni insanlar etrafında utangaç.


Friendly (Dost canlısı): My neighbors are very friendly. - Komşularım çok dost canlısı.


Calm (Sakin): He remained calm during the crisis. - Kriz sırasında sakin kaldı.


Arrogant (Kibirli): I don't like arrogant people. - Kibirli insanları sevmem.


Modest (Alçakgönüllü): Despite his success, he's always been modest. - Başarısına rağmen, her zaman alçakgönüllü oldu.


Ambitious (Hırslı): He's very ambitious, always aiming for success. - O çok hırslı, her zaman başarıyı hedefliyor.


Bright (Zeki): She's a bright student and always gets good grades. - O zeki bir öğrenci ve her zaman iyi notlar alır.


Brilliant (Muhteşem, parlak): It was a brilliant performance. - Bu muhteşem bir performanstı.


Charming (Çekici): He has a charming personality. - Çekici bir kişiliği var.


Considerate (Düşünceli): He is very considerate about others' feelings. - Diğerlerinin duygularını düşünerek hareket eder.


Cruel (Zalim): The cruel king was hated by his subjects. - Zalim kral, tebaası tarafından nefret edildi.


Faithful (Sadık): She is a faithful friend. - O sadık bir arkadaş.


Fierce (Şiddetli): The fierce storm caused a lot of damage. - Şiddetli fırtına çok hasara neden oldu.


Innocent (Masum): He looks innocent, but he's really not. - Masum görünüyor, ama gerçekten değil.


Mysterious (Gizemli): There's something mysterious about that old house. - O eski evde gizemli bir şeyler var.


Optimistic (İyimser): He is always optimistic about the future. - Gelecekle ilgili her zaman iyimser.


Pessimistic (Kötümser): He is pessimistic about the outcomes. - Sonuçlar hakkında kötümser.


Sensible (Mantıklı): It's sensible to save money for the future. - Gelecek için para biriktirmek mantıklı.


Vain (Kibirli): He's so vain about his looks. - Görünüşü hakkında çok kibirli.


Lively (Canlı): The party was very lively. - Parti çok canlıydı.


Clumsy (Sakar): He's a bit clumsy and often drops things. - Biraz sakar ve sık sık şeyleri düşürüyor.


Diligent (Çalışkan): She's very diligent and always completes her work on time. - Çok çalışkan ve her zaman işini zamanında tamamlar.


Creative (Yaratıcı): She's very creative and loves painting and drawing. - Çok yaratıcı ve resim çizmeyi seviyor.


Insecure (Güvensiz): He feels insecure about his job. - İşi hakkında güvensiz hissediyor.


Loyal (Sadık): Dogs are known to be loyal animals. - Köpeklerin sadık hayvanlar olduğu bilinir.


Timid (Çekingen): The rabbit is a timid creature. - Tavşan, çekingen bir yaratıktır.


Resilient (Dayanıklı): The resilient athlete recovered quickly from his injury. - Dayanıklı atlet, yaralanmasından hızlıca iyileşti.


Vibrant (Canlı, enerjik): The city is known for its vibrant nightlife. - Şehir, canlı gece hayatı ile bilinir.


Wise (Bilge): My grandmother is a wise woman. - Büyükannem bilge bir kadın.


Sincere (Samimi): He made a sincere apology. - Samimi bir özür diledi.


Ruthless (Merhametsiz): The dictator was ruthless and cruel. - Diktatör merhametsiz ve zalimdi.


Vivid (Canlı, net): She has a vivid imagination. - Canlı bir hayal gücü var.


Wealthy (Zengin): He became wealthy after starting his own business. - Kendi işini kurduktan sonra zengin oldu.


Thrifty (Tutumlu): She's very thrifty and rarely wastes money. - O çok tutumlu ve nadiren para harcar.


Flexible (Esnek): I need a job with flexible hours. - Esnek saatleri olan bir işe ihtiyacım var.


Passionate (Tutkulu): He is passionate about music. - Müziğe karşı tutkulu.


Enthusiastic (Hevesli): The students are enthusiastic about the school trip. - Öğrenciler okul gezisi konusunda hevesli.


Sophisticated (Sofistike): She has very sophisticated tastes in fashion. - Modada çok sofistike zevkleri var.


Daring (Cesur): The daring rescue saved the lives of the sailors. - Cesur kurtarma, denizcilerin hayatını kurtardı.


Grumpy (Huysuz): He becomes grumpy when he is tired. - Yorgun olduğunda huysuz olur.


Incredible (İnanılmaz): This new technology is simply incredible. - Bu yeni teknoloji basitçe inanılmaz.


Neat (Düzenli): He keeps his room neat and clean. - Odasını düzenli ve temiz tutar.


Thoughtful (Düşünceli): She's always thoughtful and brings me coffee in the morning. - Her zaman düşünceli ve sabahları bana kahve getirir.


Genuine (Gerçek, samimi): His apology seemed genuine. - Özrü gerçek gibi görünüyordu.


Cautious (Dikkatli): Be cautious when crossing the street. - Sokakta geçerken dikkatli olun.


Mature (Olgun): She is very mature for her age. - Yaşı için çok olgun.


Competitive (Rekabetçi): He's very competitive and hates losing. - Çok rekabetçi ve kaybetmeyi sevmez.


Impulsive (Atılgan): He's too impulsive and doesn't think before he acts. - Çok atılgan ve hareket etmeden önce düşünmez.


Perceptive (Algılayıcı): She is perceptive and quickly notices changes in people's behavior. - Algılayıcıdır ve insanların davranışlarındaki değişiklikleri hızla fark eder.


Persistent (Israrlı): He is persistent in his efforts to finish the project. - Projeyi bitirme çabalarında ısrarlı.


Sympathetic (Anlayışlı): She was sympathetic when I was upset. - Üzgün olduğumda anlayışlıydı.


Vigorous (Enerjik): He is still vigorous in his old age. - Yaşlılığına rağmen hala enerjik.


Witty (Nükteli, esprili): He is known for his witty remarks. - Nükteli sözleri ile tanınır.


Outgoing (Sosyal, dışa dönük): She's very outgoing and has a lot of friends. - Çok sosyal ve birçok arkadaşı var.


Meticulous (Titiz): He is meticulous in his work and never makes mistakes. - İşinde titizdir ve asla hata yapmaz.


Assertive (İddialı): She's assertive and isn't afraid to ask for what she wants. - İddialı ve istediği şeyi sormaktan korkmuyor.


Humble (Alçakgönüllü): Despite his success, he remains a humble person. - Başarısına rağmen, alçakgönüllü bir insan olmayı sürdürüyor.


Precise (Kesin): I need precise measurements for the tailor. - Terzi için kesin ölçülere ihtiyacım var.


Delicate (Narin, hassas): Be careful with that vase, it's very delicate. - O vazoyla dikkatli ol, çok narin.


Vast (Geniş, büyük): She has a vast collection of books. - Geniş bir kitap koleksiyonuna sahip.


Radiant (Parlak): She looked radiant on her wedding day. - Düğün gününde ışıl ışıl görünüyordu.


Virtuous (Faziletli): She's known to be a virtuous woman. - Faziletli bir kadın olduğu bilinir.


Volatile (Değişken): The political situation in the country is volatile. - Ülkedeki politik durum değişken.

İngilizce intermediate en sık kullanılan kelimeler, Türkçe anlamları ve örnek cümleler



 

Opportunity (Fırsat)


"This job is a great opportunity for someone with your skills." (Bu iş, yetenekleriniz için harika bir fırsat.)

Achievement (Başarı)


"Her latest achievement is publishing her first book." (En son başarısı, ilk kitabını yayınlamak.)

Require (Gerektirmek)


"This job requires excellent communication skills." (Bu iş, mükemmel iletişim becerileri gerektirir.)

Consider (Düşünmek)


"Please consider our proposal before making a decision." (Bir karar vermeden önce lütfen teklifimizi düşünün.)

Determine (Belirlemek)


"We need to determine the best approach to solve this problem." (Bu problemi çözmek için en iyi yaklaşımı belirlememiz gerekiyor.)

Evidence (Kanıt)


"The detective is searching for evidence at the crime scene." (Dedektif, suç mahallinde kanıt arıyor.)

Effort (Çaba)


"He made a lot of effort to finish the project on time." (Projeyi zamanında bitirmek için çok çaba harcadı.)

Purpose (Amaç)


"The purpose of this meeting is to discuss our marketing strategy." (Bu toplantının amacı, pazarlama stratejimizi tartışmaktır.)

Involve (İçermek)


"The job involves a lot of travel." (İş, çok seyahat içerir.)

Suggest (Önermek)


"I suggest we take a break and continue later." (Bir mola verip daha sonra devam etmeyi öneriyorum.)


Necessary (Gerekli)


"It is necessary to wear a helmet while riding a bike for safety." (Güvenlik için bisiklete binerken kask takmak gerekli.)

Influence (Etkilemek, Etki)


"His work has had a great influence on mine." (İşi, benimki üzerinde büyük bir etkisi oldu.)

Available (Mevcut, Kullanılabilir)


"The report will be available online after 5pm." (Rapor, saat 17.00'den sonra çevrimiçi olarak kullanılabilir olacak.)

Responsibility (Sorumluluk)


"It's her responsibility to make sure the process runs smoothly." (Sürecin sorunsuz çalışmasını sağlamak onun sorumluluğunda.)

Recognize (Tanımak)


"I didn't recognize you with your new haircut." (Yeni saç kesiminle seni tanıyamadım.)

Significant (Önemli)


"There has been a significant increase in sales this year." (Bu yıl satışlarda önemli bir artış oldu.)

Approach (Yaklaşım)


"We need a new approach to solve this problem." (Bu sorunu çözmek için yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var.)

Focus (Odaklanmak, Odak)


"I need to focus on finishing this project." (Bu projeyi bitirmeye odaklanmam gerekiyor.)

Increase (Artırmak, Artış)


"The company has decided to increase the salaries of its employees." (Şirket, çalışanlarının maaşlarını artırmaya karar verdi.)

Decrease (Azaltmak, Azalış)


"We have noticed a decrease in demand for this product." (Bu ürün için talepte bir azalma fark ettik.)


Individual (Bireysel, Birey)


"Each individual must take responsibility for his own actions." (Her birey kendi eylemlerinden sorumludur.)

Concern (Endişe, İlgili olmak)


"Your grades are a major concern to your parents." (Notların, ebeveynlerin için büyük bir endişe kaynağı.)

Particular (Belirli, Özel)


"Is there a particular brand of shoes you prefer?" (Tercih ettiğin belirli bir ayakkabı markası var mı?)

Experience (Deneyim)


"You need more experience to apply for this job." (Bu iş için başvurmak için daha fazla deneyime ihtiyacın var.)

Attitude (Tavır, Tutum)


"Her positive attitude makes her a pleasure to work with." (Onun pozitif tutumu, onunla çalışmayı zevkli kılıyor.)

Allow (İzin vermek)


"My parents don't allow me to stay out late on school nights." (Ebeveynlerim okul geceleri geç saatlere kadar dışarıda kalma izni vermiyor.)

Challenge (Meydan okumak, Zorluk)


"Learning a new language is a big challenge." (Yeni bir dil öğrenmek büyük bir zorluk.)

Condition (Durum, Koşul)


"The house is in excellent condition." (Ev mükemmel durumda.)

Benefit (Fayda)


"Regular exercise has many health benefits." (Düzenli egzersizin birçok sağlık faydası vardır.)


Develop (Geliştirmek)


"We need to develop a new marketing strategy." (Yeni bir pazarlama stratejisi geliştirmemiz gerekiyor.)


Tend (Eğilimi olmak)


"I tend to watch more TV in the winter." (Kışın daha çok TV izlerim.)

Occasionally (Arada sırada)


"I occasionally go to the gym, but not as often as I should." (Arada sırada spor salonuna giderim, ama yapmam gerektiği kadar sık değil.)

Process (İşlem)


"Applying for a visa can be a long process." (Vize başvurusu uzun bir işlem olabilir.)


Contribute (Katkıda bulunmak)


"Everyone in the team contributed to the success of the project." (Takımdaki herkes projenin başarısına katkıda bulundu.)

Recognize (Tanımak)


"I didn't recognize you with your new glasses." (Yeni gözlüklerinle seni tanıyamadım.)

Environment (Çevre)


"We should all do our part to protect the environment." (Hepimiz çevreyi korumak için üzerimize düşeni yapmalıyız.)

Approach (Yaklaşım)


"We need a new approach to handle this situation." (Bu durumu ele almak için yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var.)


Establish (Kurmak)


"She wants to establish her own business." (Kendi işini kurmak istiyor.)

Strategy (Strateji)


"We need a better strategy to win the game." (Oyunu kazanmak için daha iyi bir stratejiye ihtiyacımız var.)

Response (Yanıt)


"I didn't get a response to my email." (E-postama yanıt almadım.)

Identify (Tanımlamak)


"Can you identify the man who stole your purse?" (Çantanı çalan adamı tanımlayabilir misin?)

Maintain (Sürdürmek)


"It's important to maintain a healthy diet." (Sağlıklı bir diyeti sürdürmek önemlidir.)

Conduct (Yürütmek)


"The company will conduct an audit at the end of the year." (Şirket, yıl sonunda bir denetim yapacak.)

Consequence (Sonuç)


"If you don't study, failing the exam could be the consequence." (Eğer çalışmazsan, sınavı geçememek sonuç olabilir.)

 

Previous (Önceki)


"I liked the previous design of the website better." (Web sitesinin önceki tasarımını daha çok beğendim.)

Relevant (İlgili)


"Please keep your comments relevant to the topic." (Lütfen yorumlarınızı konuyla ilgili tutun.)


Evaluate (Değerlendirmek)


"We need to evaluate the effectiveness of our marketing campaign." (Pazarlama kampanyamızın etkinliğini değerlendirmemiz gerekiyor.)

Feature (Özellik)


"One of the main features of this car is its fuel efficiency." (Bu arabanın ana özelliklerinden biri yakıt verimliliği.)

Specific (Belirli)


"Do you have any specific requirements for this project?" (Bu proje için belirli gereksinimleriniz var mı?)

Potential (Potansiyel)


"She has the potential to become a great singer." (Büyük bir şarkıcı olma potansiyeli var.)

Participate (Katılmak)


"I would love to participate in the charity run." (Hayırseverlik koşusuna katılmaktan mutluluk duyarım.)

Encourage (Teşvik etmek)


"The teacher always encourages the students to ask questions." (Öğretmen, öğrencileri her zaman soru sormaya teşvik eder.)

Create (Oluşturmak)


"We're planning to create a new website for our business." (İşimiz için yeni bir web sitesi oluşturmayı planlıyoruz.)

Professional (Profesyonel)


"Her professional attitude was appreciated by her colleagues." (Profesyonel tutumu, meslektaşları tarafından takdir edildi.)

Function (Fonksiyon, İşlev)


"The function of the heart is to pump blood through the body." (Kalbin işlevi, kanı vücutta pompalamaktır.)

Population (Nüfus)


"The population of New York City is over 8 million." (New York Şehrinin nüfusu 8 milyonun üzerindedir.)


Structure (Yapı)


"The structure of the sentence is correct." (Cümlenin yapısı doğru.)

Research (Araştırma)


"I have to do some research for my project." (Projem için biraz araştırma yapmam gerekiyor.)

Culture (Kültür)


"We learned about the culture of the local people during our trip." (Seyahatimiz sırasında yerel insanların kültürünü öğrendik.)

Source (Kaynak)


"Books are a good source of knowledge." (Kitaplar iyi bir bilgi kaynağıdır.)

Community (Topluluk)


"The local community is very supportive." (Yerel topluluk çok destekleyici.)

Complex (Karmaşık)


"This is a complex problem that requires careful consideration." (Bu, dikkatli bir değerlendirme gerektiren karmaşık bir problem.)

Income (Gelir)


"His annual income is enough to support his family." (Yıllık geliri ailesini desteklemeye yeterli.)

Principle (İlke)


"Honesty is a fundamental principle in our company." (Dürüstlük, şirketimizin temel ilkesidir.)

Positive (Pozitif, olumlu)


"Having a positive attitude can help you succeed." (Pozitif bir tutum, başarmanıza yardımcı olabilir.)


Entire (Tüm, Bütün)


"I spent the entire day cleaning the house." (Tüm günü evi temizleyerek geçirdim.)

 

Legal (Yasal)


"There are legal penalties for stealing." (Hırsızlık için yasal cezalar vardır.)

Economic (Ekonomik)


"The economic situation has been difficult this year." (Ekonomik durum bu yıl zor oldu.)

 

Major (Ana, Büyük)


"He made a major contribution to the project." (Projeye büyük bir katkı sağladı.)

Issue (Konu, Sorun)


"We need to discuss some important issues at today's meeting." (Bugünkü toplantıda bazı önemli konuları tartışmamız gerekiyor.)

Affect (Etkilemek)


"The weather can greatly affect your mood." (Hava durumu ruh halinizi büyük ölçüde etkileyebilir.)

Authority (Otorite)


"The local authorities are responsible for maintaining the roads." (Yerel otoriteler, yolların bakımından sorumludur.)


Respond (Yanıtlamak)


"She didn't respond to my email." (Benim e-postama yanıt vermedi.)

Agreement (Anlaşma)


"We came to an agreement after a long discussion." (Uzun bir tartışmadan sonra bir anlaşmaya vardık.)

Action (Eylem, hareket)


"Immediate action is needed to address the issue." (Sorunu çözmek için acil eylem gereklidir.)

Benefit (Fayda)


"Regular exercise has many health benefits." (Düzenli egzersizin birçok sağlık faydası vardır.)

Element (Eleman, öge)


"Water is an essential element for survival." (Su, hayatta kalma için temel bir ögedir.)


Majority (Çoğunluk)

- "The majority of people agree with the decision." (İnsanların çoğunluğu karara katılıyor.)


Policy (Politika, ilke)

- "The company's refund policy is very clear." (Şirketin iade politikası çok net.)


Process (Süreç)

- "The hiring process can take several weeks." (İşe alım süreci birkaç hafta sürebilir.)


Individual (Birey)

- "Each individual has a role to play in the team." (Her bireyin takımda oynayacak bir rolü vardır.)


Data (Veri)

- "The data shows a clear trend towards increasing temperatures." (Veriler, artan sıcaklık eğilimini net bir şekilde gösteriyor.)


Analysis (Analiz)

- "The analysis of the market data is crucial for our business strategy." (Pazar verilerinin analizi, iş stratejimiz için hayati önem taşır.)

 

Distribute (Dağıtmak)

- "We plan to distribute free samples of our product." (Ürünümüzün ücretsiz örneklerini dağıtmayı planlıyoruz.)


Estimate (Tahmin etmek)

- "The repair costs were estimated at $500." (Tamir masrafları 500 dolar olarak tahmin edildi.)


Regulation (Düzenleme, yönetmelik)

- "The company must follow environmental regulations." (Şirket, çevresel düzenlemelere uymalıdır.)


Section (Bölüm)

- "Please refer to the previous section of the report." (Lütfen raporun önceki bölümüne başvurun.)


Site (Site, Yer)

- "The construction site is closed for the holiday." (İnşaat alanı, tatil için kapalı.)


Structure (Yapı)

- "The structure of the building is very unusual." (Binanın yapısı çok sıradışı.)


Technology (Teknoloji)

- "The company is at the forefront of new technology." (Şirket, yeni teknolojinin ön saflarında.)


Factor (Faktör)

- "There are several factors to consider when choosing a college." (Bir üniversite seçerken göz önünde bulundurulması gereken birkaç faktör vardır.)


Procedure (Prosedür)

- "You must follow the correct procedure to apply for a visa." (Vize başvurusunda bulunmak için doğru prosedürü takip etmelisiniz.)


Condition (Durum, Koşul)

- "The condition of the book is very good, despite its age." (Yaşına rağmen kitabın durumu çok iyi.)


Role (Rol)

- "In the play, he has the role of the villain." (Oyunda, kötü adamın rolü var.)


Impact (Etki)

- "The new policy will have a big impact on our business." (Yeni politikanın işletmemiz üzerinde büyük bir etkisi olacak.)

 

Area (Alan, Bölge)

- "This area is known for its beautiful landscapes." (Bu bölge güzel manzaralarıyla bilinir.)


Define (Tanımlamak)

- "How do you define success?" (Başarıyı nasıl tanımlarsınız?)


Income (Gelir)

- "He has a steady income from his job." (İşinden düzenli bir geliri var.)


Region (Bölge)

- "The region is known for its wine production." (Bölge, şarap üretimi ile bilinir.)


Communicate (İletişim kurmak)

- "It's important to communicate your feelings clearly." (Duygularınızı net bir şekilde iletmek önemlidir.)


Community (Topluluk)

- "She is very involved in her local community." (Yerel topluluğunda çok aktif.)


Complex (Karmaşık)

- "This is a complex issue that requires careful consideration." (Bu, dikkatli bir değerlendirme gerektiren karmaşık bir sorun.)


Invest (Yatırım yapmak)

- "He decided to invest in a new startup company." (Yeni bir startup şirketine yatırım yapmaya karar verdi.)


Occur (Meydana gelmek)

- "The accident occurred late last night." (Kaza geçen gece geç saatlerde meydana geldi.)


Security (Güvenlik)

- "Security at the airport is very tight." (Havaalanında güvenlik çok sıkı.)


Alternative (Alternatif)

- "We need to find an alternative solution to this problem." (Bu soruna alternatif bir çözüm bulmamız gerekiyor.)


Series (Seri)

- "I watched the entire series over the weekend." (Tüm seriyi hafta sonu boyunca izledim.)


Source (Kaynak)

- "The journalist did not reveal her source." (Gazeteci kaynağını açıklamadı.)

Assessment (Değerlendirme)

- "The teacher made an assessment of the students' skills." (Öğretmen öğrencilerin yeteneklerini değerlendirdi.)


Ensure (Sağlamak)

- "We must ensure that everyone has equal access to education." (Herkesin eğitime eşit erişimi olduğunu sağlamalıyız.)


Method (Yöntem)

- "We need a better method for handling these situations." (Bu durumları ele almak için daha iyi bir yönteme ihtiyacımız var.)


Variable (Değişken)

- "There are several variables that can affect the outcome." (Sonucu etkileyebilecek birkaç değişken vardır.)


Acquire (Edinmek)

- "He has acquired a reputation for being very reliable." (Çok güvenilir olmak üzere bir ün kazandı.)


Obtain (Elde etmek)

- "She was finally able to obtain a copy of the book." (Sonunda kitabın bir kopyasını elde etmeyi başardı.)


Perceive (Algılamak)

- "People perceive things in different ways." (İnsanlar şeyleri farklı şekillerde algılar.)


Reside (İkamet etmek)

- "She resides in a small town in the countryside." (Kırsalda küçük bir kasabada ikamet ediyor.)


Resolve (Çözmek)

- "They managed to resolve the dispute without going to court." (Mahkemeye gitmeden anlaşmazlığı çözmeyi başardılar.)


Seek (Aramak)

- "He decided to seek advice from a professional." (Bir profesyonelden tavsiye almayı kararlaştırdı.)


Transfer (Transfer etmek)

- "He had to transfer to a different school." (Farklı bir okula geçmek zorunda kaldı.)


Interact (Etkileşimde bulunmak)

- "Children learn by interacting with each other." (Çocuklar birbirleriyle etkileşimde bulunarak öğrenirler.)


Major (Ana, büyük)

- "The project faced major delays due to funding issues." (Proje, finansman sorunları nedeniyle büyük gecikmeler yaşadı.)


Assume (Varsaymak)

- "I assume you'll be attending the meeting?" (Toplantıya katılacağınızı varsayıyorum?)


Decade (On yıl)

- "This style was popular a decade ago." (Bu stil on yıl önce popülerdi.)


Item (Öğe, eşya)

- "There are several items on the agenda for today's meeting." (Bugünkü toplantının gündeminde birkaç madde var.)


Prior (Önceki)

- "Prior experience is not necessary for this job." (Bu iş için önceki deneyim gerekli değil.)


Range (Aralık, Menzil)

- "The car has a range of 500 kilometers on a single charge." (Arabanın tek bir şarjla 500 kilometre menzili var.)


Construct (İnşa etmek)

- "They plan to construct a new bridge over the river." (Nehrin üzerine yeni bir köprü inşa etmeyi planlıyorlar.)


Chapter (Bölüm)

- "I just finished reading the first chapter of the book." (Kitabın ilk bölümünü okumayı yeni bitirdim.)


Schedule (Program)

- "We need to stick to the schedule." (Programa uymamız gerekiyor.)


Sum (Toplam)

- "The sum of 5 and 7 is 12." (5 ve 7'nin toplamı 12'dir.)


Traditional (Geleneksel)

- "She wears traditional clothing on special occasions." (Özel günlerde geleneksel kıyafetler giyer.)


Assess (Değerlendirmek)

- "It's important to assess the risks before starting a new business." (Yeni bir işe başlamadan önce riskleri değerlendirmek önemlidir.),

 

Hence (Bu yüzden)

- "She has a lot of experience in marketing. Hence, she got the job." (Pazarlama konusunda çok deneyimi var. Bu yüzden işi aldı.)


Distinct (Farklı, belirgin)

- "There are three distinct categories of the product." (Ürünün üç belirgin kategorisi vardır.)


Compute (Hesaplamak)

- "We can use the software to compute the total cost." (Toplam maliyeti hesaplamak için yazılımı kullanabiliriz.)


Benefit (Fayda)

- "The new health program has many benefits." (Yeni sağlık programının birçok faydası var.)


Affect (Etkilemek)

- "The weather can greatly affect your mood." (Hava durumu ruh halinizi büyük ölçüde etkileyebilir.)


Evidence (Kanıt)

- "The lawyer presented evidence to support his argument." (Avukat, argümanını desteklemek için kanıtlar sundu.)


Primary (Birincil, ana)

- "Education is a primary need for every child." (Eğitim, her çocuğun birincil ihtiyacıdır.)


Purchase (Satın almak)

- "She decided to purchase a new car." (Yeni bir araba satın almayı kararlaştırdı.)


Domestic (Yerli, ev içi)

- "Domestic chores take up a lot of my time." (Ev işleri çok zamanımı alıyor.)


Implement (Uygulamak)

- "The new policies will be implemented next month." (Yeni politikalar gelecek ay uygulanacak.)


Annual (Yıllık)

- "The company holds an annual meeting to discuss plans for the following year." (Şirket, gelecek yılki planları tartışmak için yıllık bir toplantı düzenler.)


Alternative (Alternatif)

- "They started looking for alternative solutions to the problem." (Soruna alternatif çözümler aramaya başladılar.)


Factor (Faktör)

- "There are many factors to consider when buying a new home." (Yeni bir ev alırken düşünülmesi gereken birçok faktör var.)


Interpret (Yorumlamak)

- "The judge was asked to interpret the law in a new way." (Hakimden yasayı yeni bir şekilde yorumlaması istendi.)


Structure (Yapı)

- "The structure of the building is very unique." (Binanın yapısı çok benzersiz.)


Concept (Kavram)

- "The concept of freedom is different for everyone." (Özgürlük kavramı herkes için farklıdır.)


Formula (Formül)

- "The scientist discovered a new formula." (Bilim adamı yeni bir formül keşfetti.)


İngilizce upper-intermediate en sık kullanılan kelimeler, Türkçe anlamları ve örnek cümleler





ChatGPT

Upper Intermediate seviyesinde, İngilizce dilinde daha karmaşık yapılar ve ifadeler öğrenmeye başlarsınız. İşte bu seviyeye uygun bazı yaygın İngilizce kelimeler ve bunların cümle içinde kullanım örnekleri:

  1. Accomplish (Başarmak): We need to accomplish our tasks by the end of the day.
    • (Gün sonuna kadar görevlerimizi başarmamız gerekiyor.)
  2. Determine (Belirlemek): The detective was able to determine who the culprit was.
    • (Dedektif suçlunun kim olduğunu belirlemeyi başardı.)
  3. Establish (Kurmak): They aim to establish a new business in this town.
    • (Bu kasabada yeni bir iş kurmayı hedefliyorlar.)
  4. Evaluate (Değerlendirmek): The teacher will evaluate our presentations next week.
    • (Öğretmen gelecek hafta sunumlarımızı değerlendirecek.)
  5. Implement (Uygulamak): The company decided to implement a new marketing strategy.
    • (Şirket yeni bir pazarlama stratejisi uygulama kararı aldı.)
  6. Perceive (Algılamak): He perceives things differently than most people.
    • (O, çoğu kişiden farklı olarak şeyleri algılar.)
  7. Significant (Önemli): There's been a significant increase in the price of goods.
    • (Malların fiyatında önemli bir artış oldu.)
  8. Contribute (Katkıda bulunmak): We should all contribute to the clean-up effort.
    • (Hepimizin temizlik çabasına katkıda bulunmalıyız.)
  9. Relevant (İlgili, Alakalı): Make sure your presentation is relevant to the topic.
    • (Sunumunuzun konuyla ilgili olduğundan emin olun.)
  10. Essential (Hayati, Çok önemli): It's essential to have a good understanding of English grammar.
    • (İngilizce dilbilgisini iyi anlamak hayati önem taşır.)
  11. Consistent (Tutarlı): His behaviour has been very consistent.
    • (Davranışı çok tutarlıydı.)
  12. Efficient (Verimli): The new system is more efficient than the old one.
    • (Yeni sistem, eskisinden daha verimli.)
  13. Prioritize (Önceliklendirmek): You need to prioritize your tasks to be more effective.
    • (Daha etkili olmak için görevlerinizi önceliklendirmeniz gerekiyor.)
  14. Demonstrate (Göstermek): The teacher will demonstrate how to do the experiment.
    • (Öğretmen deneyi nasıl yapacağını gösterecek.)
  15. Acknowledge (Kabul etmek): She acknowledged that she had made a mistake.
    • (Bir hata yaptığını kabul etti.)
  16. Inevitable (Kaçınılmaz): It seems that the increase in the price of petrol is inevitable.
    • (Benzinin fiyatındaki artışın kaçınılmaz olduğu görünüyor.)
  17. Simultaneously (Eş zamanlı olarak): They were all talking simultaneously and it was very noisy.
    • (Hepsi eş zamanlı olarak konuşuyordu ve çok gürültülüydü.)
  18. Substantial (Önemli, ciddi): There has been a substantial change in the company's direction.
    • (Şirketin yönünde önemli bir değişiklik oldu.)
  19. Precise (Kesin): We need precise measurements for the experiment.
    • (Deney için kesin ölçümlere ihtiyacımız var.)
  20. Reluctant (İsteksiz): He was reluctant to accept the truth.
    • (Gerçeği kabul etmekte isteksizdi.)
  21. Acquire (Edinmek): He has acquired a good command of English.
    • (İyi bir İngilizce hakimiyeti edindi.)
  22. Elaborate (Ayrıntılı, karmaşık): He gave a very elaborate explanation of his plan.
    • (Planı hakkında çok ayrıntılı bir açıklama yaptı.)
  23. Preserve (Korumak): We must preserve our natural resources.
    • (Doğal kaynaklarımızı korumalıyız.)
  24. Ambiguous (Belirsiz, çift anlamlı): His speech was somewhat ambiguous.
    • (Konuşması biraz belirsizdi.)
  25. Explicit (Açık, belirgin): He gave me explicit instructions on what to do.
    • (Ne yapmam gerektiği konusunda bana açık talimatlar verdi.)
  26. Underestimate (Hafife almak): Never underestimate the power of a good education.
    • (İyi bir eğitimin gücünü asla hafife almayın.)
  27. Neglect (İhmal etmek): We must not neglect our health.
    • (Sağlığımızı ihmal etmemeliyiz.)
  28. Diminish (Azaltmak): We need to diminish our spending.
    • (Harcamalarımızı azaltmamız gerekiyor.)
  29. Fluctuate (Dalgalanmak): The stock market can fluctuate rapidly.
    • (Hisse senedi piyasası hızla dalgalanabilir.)
  30. Simulate (Taklit etmek, simülasyon yapmak): The computer program simulates a real-life situation.
    • (Bilgisayar programı gerçek bir durumu simüle eder.)
  31. Emphasize (Vurgulamak): The importance of daily exercise is often emphasized by doctors.
    • (Doktorlar genellikle günlük egzersizin önemini vurgularlar.)
  32. Constrain (Kısıtlamak): Lack of funds has been a major constraint on the project's progress.
    • (Fon eksikliği, projenin ilerlemesi üzerinde büyük bir kısıtlama olmuştur.)
  33. Enhance (Artırmak, geliştirmek): Reading regularly will enhance your vocabulary.
    • (Düzenli okumak kelime dağarcığınızı artıracaktır.)
  34. Refine (Araştırmak, geliştirmek): She needs to refine her research skills.
    • (Araştırma becerilerini geliştirmesi gerekiyor.)
  35. Perpetuate (Sürdürmek): The media has the power to perpetuate stereotypes.
    • (Medyanın, stereotipleri sürdürme gücü vardır.)
  36. Inherent (Doğuştan gelen, öz): There are inherent risks in starting a new business.
    • (Yeni bir iş başlatmada doğuştan gelen riskler vardır.)
  37. Coherent (Tutarlı, uyumlu): He presented a coherent argument in his essay.
    • (Kompozisyonunda tutarlı bir argüman sundu.)
  38. Exceed (Aşmak, geçmek): The final cost of the project exceeded our initial estimates.
    • (Projenin son maliyeti, ilk tahminlerimizi aştı.)
  39. Adhere (Uymak, yapışmak): It's important to adhere to the guidelines.
    • (Yönergeleri takip etmek önemlidir.)
  40. Presume (Varsaymak): We can't presume that she will agree with us.
    • (Onun bizimle aynı fikirde olacağını varsayamayız.)
  41. Flourish (Gelişmek, büyümek): With the right care, these plants will flourish.
    • (Doğru bakımla bu bitkiler gelişecek.)
  42. Assess (Değerlendirmek): We need to assess the situation before making a decision.
    • (Bir karar vermeden önce durumu değerlendirmemiz gerekiyor.)
  43. Verify (Doğrulamak): Can you verify the accuracy of this information?
    • (Bu bilginin doğruluğunu doğrulayabilir misiniz?)
  44. Allocate (Ayrıtmak): They will allocate funds for the development of the project.
    • (Projeyi geliştirmek için fon ayıracaklar.)
  45. Cooperate (İşbirliği yapmak): We must cooperate to complete this task efficiently.
    • (Bu görevi etkin bir şekilde tamamlamak için işbirliği yapmalıyız.)
  46. Simultaneously (Aynı anda): We need to handle multiple tasks simultaneously.
    • (Aynı anda birden çok görevi ele almalıyız.)
  47. Reveal (Açığa çıkarmak): The investigation will reveal the truth.
    • (Soruşturma gerçeği ortaya çıkaracak.)
  48. Precise (Kesin): We need a precise measurement for this recipe.
    • (Bu tarif için kesin bir ölçüm gerekiyor.)
  49. Obtain (Elde etmek): You need to work hard to obtain good results.
    • (İyi sonuçlar elde etmek için çok çalışmalısınız.)
  50. Interpret (Yorumlamak): Can you interpret these results for me?
    • (Bu sonuçları benim için yorumlar mısın?)
  51. Identify (Tanımlamak, belirlemek): It's important to identify your strengths and weaknesses.
    • (Güçlü ve zayıf yönlerinizi belirlemek önemlidir.)
  52. Compete (Yarışmak): Several companies are competing for the contract.
    • (Birkaç şirket sözleşme için yarışıyor.)
  53. Innovate (Yenilik yapmak): Companies need to innovate to stay ahead of their competitors.
    • (Şirketlerin rakiplerinin önünde kalabilmek için yenilik yapmaları gerekiyor.)
  54. Eliminate (Elimine etmek): We need to eliminate any potential risks.
    • (Herhangi bir potansiyel riski elimine etmemiz gerekiyor.)
  55. Modify (Değiştirmek, düzeltmek): You may need to modify your plan.
    • (Planınızı değiştirmeniz gerekebilir.)
  56. Retain (Tutmak, korumak): The company is struggling to retain its employees.
    • (Şirket, çalışanlarını tutmakta zorlanıyor.)
  57. Sustain (Sürdürmek): It's difficult to sustain this level of work without any breaks.
    • (Hiç mola vermeden bu seviyede çalışmayı sürdürmek zor.)
  58. Withdraw (Çekilmek, geri çekilmek): The company decided to withdraw its product from the market.
    • (Şirket, ürününü piyasadan çekme kararı aldı.)
  59. Negotiate (Müzakere etmek): They are negotiating a new contract.
    • (Yeni bir sözleşme müzakere ediyorlar.)
  60. Persuade (İkna etmek): He tried to persuade her to stay.
    • (Onu kalması için ikna etmeye çalıştı.)
  61. Validate (Doğrulamak): We need to validate these results before we can proceed.
    • (İlerleyebilmemiz için bu sonuçları doğrulamamız gerekiyor.)
  62. Distinguish (Ayırt etmek): It's important to distinguish between fact and opinion.
    • (Gerçek ve fikir arasındaki farkı ayırt etmek önemlidir.)
  63. Interact (Etkileşimde bulunmak): Children learn by interacting with each other.
    • (Çocuklar birbirleriyle etkileşimde bulunarak öğrenirler.)
  64. Implement (Uygulamak): We need to implement these changes as soon as possible.
    • (Bu değişiklikleri mümkün olan en kısa sürede uygulamamız gerekiyor.)
  65. Collaborate (İşbirliği yapmak): We will need to collaborate with other departments to solve this problem.
    • (Bu problemi çözmek için diğer bölümlerle işbirliği yapmamız gerekecek.)
  66. Overcome (Üstesinden gelmek): We have many challenges to overcome.
    • (Üstesinden gelmemiz gereken birçok zorluk var.)
  67. Motivate (Motive etmek): Good leaders know how to motivate their teams.
    • (İyi liderler, ekiplerini nasıl motive edeceklerini bilirler.)
  68. Compensate (Telafi etmek): Nothing can compensate for the loss of a loved one.
    • (Sevilen bir kişinin kaybını hiçbir şey telafi edemez.)
  69. Justify (Haklı çıkarmak, gerekçelendirmek): You will need to justify your decision.
    • (Kararınızı gerekçelendirmeniz gerekecek.)
  70. Endure (Dayanmak, katlanmak): She had to endure a long wait before hearing the news.
    • (Haberleri duymadan önce uzun bir bekleyişe katlanmak zorunda kaldı.)
  71. Restrict (Kısıtlamak): The government may restrict travel to certain countries.
    • (Hükümet, belirli ülkelere yapılan seyahatleri kısıtlayabilir.)
  72. Comply (Uymak): We must comply with the rules and regulations.
    • (Kurallara ve düzenlemelere uymalıyız.)
  73. Evaluate (Değerlendirmek): We need to evaluate the effectiveness of this method.
    • (Bu yöntemin etkinliğini değerlendirmemiz gerekiyor.)
  74. Commence (Başlamak): The meeting will commence at 10 a.m.
    • (Toplantı saat 10'da başlayacak.)
  75. Enhance (Artırmak, iyileştirmek): We need to enhance our marketing strategies to attract more customers.
    • (Daha fazla müşteri çekmek için pazarlama stratejilerimizi geliştirmemiz gerekiyor.)
  76. Merge (Birleşmek): Two major companies decided to merge.
    • (İki büyük şirket birleşmeye karar verdi.)
  77. Deviate (Sapmak, yoldan çıkmak): We should not deviate from our original plan.
    • (Orijinal planımızdan sapmamalıyız.)
  78. Consolidate (Güçlendirmek, sağlamlaştırmak): We need to consolidate our efforts to achieve our goals.
    • (Hedeflerimize ulaşmak için çabalarımızı güçlendirmemiz gerekiyor.)
  79. Dedicate (Adamak): She dedicated her life to helping others.
    • (Hayatını başkalarına yardım etmeye adadı.)
  80. Exploit (Faydalanmak, sömürmek): We need to exploit our resources more efficiently.
    • (Kaynaklarımızdan daha etkin bir şekilde yararlanmamız gerekiyor.)
  81. Fluctuate (Dalgalanmak, değişmek): The stock market can fluctuate greatly in a single day.
    • (Borsa, tek bir günde büyük ölçüde dalgalanabilir.)
  82. Diminish (Azalmak, eksilmek): The company's profits have been diminishing over the past year.
    • (Şirketin karları geçen yıl boyunca azalmıştır.)
  83. Contradict (Çelişmek, karşı çıkmak): His statement contradicts the facts.
    • (Onun ifadesi, gerçeklerle çelişiyor.)
  84. Persist (Israr etmek, sürdürmek): If symptoms persist, consult a doctor.
    • (Belirtiler devam ederse bir doktora başvurun.)
  85. Accelerate (Hızlandırmak): The company is trying to accelerate its growth.
    • (Şirket, büyümesini hızlandırmaya çalışıyor.)
  86. Integrate (Entegre etmek, bütünleştirmek): We need to better integrate technology into our workflow.
    • (Teknolojiyi iş akışımıza daha iyi entegre etmemiz gerekiyor.)
  87. Prohibit (Yasaklamak): Smoking is prohibited in this area.
    • (Bu alanda sigara içmek yasaktır.)
  88. Underestimate (Hafife almak, küçümsemek): Never underestimate the power of a good education.
    • (Bir iyi eğitimin gücünü asla küçümsemeyin.)
  89. Generate (Üretmek, oluşturmak): The new policy will generate a lot of debate.
    • (Yeni politika çok tartışma oluşturacak.)
  90. Simulate (Taklit etmek, simülasyonunu yapmak): Pilots train using flight simulators to simulate real flight conditions.
    • (Pilotlar, gerçek uçuş koşullarını simüle etmek için uçuş simülatörlerini kullanarak eğitim alırlar.)
  91. Facilitate (Kolaylaştırmak): The new program will facilitate the process of applying for a visa.
    • (Yeni program, vize başvurusu sürecini kolaylaştıracak.)
  92. Inhibit (Engel olmak, inhibe etmek): Lack of sleep can inhibit your ability to focus.
    • (Uyku eksikliği, odaklanma yeteneğinizi engelleyebilir.)
  93. Formulate (Formülize etmek, bir formülle ifade etmek): The scientist took years to formulate the theory.
    • (Bilim insanının teoriyi formülleştirmesi yıllar aldı.)
  94. Optimize (En iyi hale getirmek, optimize etmek): We are working to optimize our system for better performance.
    • (Sistemimizi daha iyi performans için optimize etmek için çalışıyoruz.)
  95. Correlate (İlişkilendirmek, bağlantı kurmak): There's a direct correlation between the amount of time spent studying and exam scores.
    • (Çalışılan zaman miktarı ve sınav puanları arasında doğrudan bir ilişki vardır.)
  96. Precipitate (Hızlandırmak, sebep olmak): The resignation of the director precipitated a crisis within the company.
    • (Direktörün istifası, şirket içinde bir krize sebep oldu.)
  97. Amplify (Yükseltmek, artırmak): The system can amplify the smallest sounds.
    • (Sistem, en küçük sesleri bile yükseltebilir.)
  98. Differentiate (Ayırt etmek): It's important to differentiate between these two concepts.
    • (Bu iki kavram arasında ayırt etmek önemlidir.)
  99. Consolidate (Birleştirmek, sağlamlaştırmak): The company consolidated its assets to strengthen its financial standing.
    • (Şirket, finansal duruşunu güçlendirmek için varlıklarını birleştirdi.)
  100. Obstruct (Engellemek, tıkamak): A fallen tree is obstructing the road. (Devrilen bir ağaç, yolu tıkıyor.)
  101. Incentivize (Teşvik etmek): The company is trying to incentivize employees with a bonus system.- (Şirket, bir bonus sistemi ile çalışanları teşvik etmeye çalışıyor.)
  102. Saturate (Doyurmak): The market is already saturated with similar products.- (Pazar, benzer ürünlerle zaten doyurulmuş durumda.)
  103. Deem (Düşünmek, kabul etmek): The action was deemed inappropriate.- (Eylem, uygunsuz olarak kabul edildi.)
  104. Deter (Caydırmak): High prices are deterring many customers from buying.- (Yüksek fiyatlar, birçok müşteriyi satın almaktan caydırıyor.)
  105. Emanate (Yayılmak): A strong sense of peace emanated from him.- (Onun içinden güçlü bir huzur duygusu yayılıyordu.)
  106. Infringe (İhlal etmek): You infringed my copyright by using my book's title.- (Kitabımın başlığını kullanarak telif hakkımı ihlal ettin.)
  107. Propagate (Yaymak): The organization works to propagate human rights.- (Organizasyon, insan haklarını yaymak için çalışıyor.)
  108. Reiterate (Tekrar etmek): Let me reiterate the importance of this decision.- (Bu kararın önemini tekrarlayayım.)
  109. Subsidize (Desteklemek): The government is subsidizing renewable energy projects.- (Hükümet, yenilenebilir enerji projelerini destekliyor.)
  110. Exacerbate (Köyüleştirmek, şiddetlendirmek): Smoking can exacerbate health problems.- (Sigara, sağlık sorunlarını kötüleştirebilir.)
  111. Anticipate (Öngörmek, beklemek): We anticipate that prices will rise next year.- (Gelecek yıl fiyatların yükseleceğini öngörüyoruz.)
  112. Endorse (Onaylamak, desteklemek): The famous actor endorsed the product in a commercial.- (Ünlü aktör, bir reklamda ürünü onayladı.)
  113. Jeopardize (Risk atmak, tehlikeye atmak): Don't jeopardize your health by smoking.- (Sağlığınızı sigara içerek tehlikeye atmayın.)
  114. Outsource (Dış kaynak kullanmak): Many companies choose to outsource their customer service.- (Birçok şirket, müşteri hizmetlerini dış kaynak kullanmayı tercih eder.)
  115. Undermine (Zayıflatmak, baltalamak): Constant criticism can undermine a person's self-confidence.- (Sürekli eleştiri, bir kişinin özgüvenini zayıflatabilir.)
  116. Diversify (Çeşitlendirmek): It's important to diversify your investment portfolio.- (Yatırım portföyünüzü çeşitlendirmek önemlidir.)
  117. Overwhelm (Baskı yapmak, boğmak): She was overwhelmed by the amount of work she had to do.- (Yapması gereken iş miktarı tarafından boğuldu.)
  118. Revitalize (Canlandırmak): The city has plans to revitalize the downtown area.- (Şehir, şehir merkezi bölgesini canlandırma planlarına sahip.)
  119. Stereotype (Kalıpyargı): We need to break down gender stereotypes.- (Cinsiyet kalıpyargılarını yıkmamız gerekiyor.)
  120. Exemplify (Örnek oluşturmak): Her work exemplifies the qualities of good journalism.- (Onun işi, iyi gazeteciliğin niteliklerini örneklendirir.)
  121. Legitimize (Meşrulaştırmak): The new policy legitimizes the actions previously considered illegal.
  122. - (Yeni politika, önceden yasadışı olarak kabul edilen eylemleri meşrulaştırıyor.)
  123. Revamp (Yenilemek, revize etmek): The company decided to revamp its image to attract younger customers.
  124. - (Şirket, daha genç müşterileri çekmek için imajını yenilemeye karar verdi.)
  125. Embellish (Süslemek, güzelleştirmek): She has a tendency to embellish the truth.- (Gerçeği süsleme eğiliminde.)
  126. Manipulate (Manipüle etmek): Advertisers often manipulate consumers' desires to sell products.- (Reklamcılar, genellikle ürün satmak için tüketicilerin arzularını manipüle ederler.)
  127. Alienate (Yabancılaştırmak): His behavior has alienated many of his friends.- (Davranışı, birçok arkadaşını yabancılaştırdı.)
  128. Decipher (Şifre çözmek, anlamını çözmek): Archaeologists are still trying to decipher the ancient scripts.- (Arkeologlar hala eski yazıların anlamını çözmeye çalışıyor.)
  129. Elaborate (Ayrıntılı bir şekilde açıklamak): Can you elaborate on your previous statement?- (Önceki ifadenizi ayrıntılı bir şekilde açıklar mısınız?)
  130. Migrate (Göç etmek): Many birds migrate south for the winter.- (Birçok kuş kış için güneye göç eder.)
  131. Alleviate (Hafifletmek): The medicine should alleviate your symptoms.- (İlaç, belirtilerinizi hafifletmelidir.)
  132. Detract (Küçümsemek, değerini düşürmek): Don't let minor errors detract from the overall quality of your work.- (Küçük hataların, işinizin genel kalitesinden çalmamasına izin vermeyin.)
  133. Proliferate (Çoğalmak, yayılmak): Fake news proliferates on social media.- (Sahte haberler sosyal medyada yayılıyor.)
  134. Collaborate (İşbirliği yapmak): We're collaborating with other research groups on this project.- (Bu projede diğer araştırma gruplarıyla işbirliği yapıyoruz.)
  135. Exploit (Sömürmek, faydalanmak): Some companies exploit their workers by paying them very low wages.- (Bazı şirketler, çalışanlarına çok düşük ücret ödeyerek onları sömürür.)
  136. Innovate (Yenilik yapmak): Companies need to innovate in order to stay competitive.- (Şirketlerin rekabetçi kalabilmek için yenilik yapmaları gerekiyor.)
  137. Reconcile (Uzlaştırmak, barıştırmak): It's hard to reconcile his earlier statements with his recent actions.- (Önceki ifadelerini, son eylemleriyle uzlaştırmak zordur.)
  138. Complement (Tamamlamak): This wine complements the flavors of the food very well.- (Bu şarap, yemeğin lezzetlerini çok iyi tamamlıyor.)
  139. Extinguish (Söndürmek): Firefighters worked to extinguish the flames.- (İtfaiyeciler, alevleri söndürmek için çalıştılar.)
  140. Integrate (Bütünleştirmek, entegre etmek): We're working to integrate the new system with the existing one.- (Yeni sistemle mevcut olanı bütünleştirmek için çalışıyoruz.)
  141. Refine (Araştırmak, geliştirmek): She's spent years refining her technique.- (Tekniğini geliştirmek için yıllarını harcadı.)
  142. Conform (Uymak, uyuşmak): You must conform to the rules.- (Kurallara uymalısın.)
  143. Eradicate (Kökünü kurutmak, tamamen ortadan kaldırmak): There is an international effort to eradicate polio.- (Çocuk felcini ortadan kaldırmak için uluslararası bir çaba var.)
  144. Intercept (Engellemek, önlemek): The police intercepted the stolen goods before they left the country.- (Polis, çalınan malları ülke dışına çıkmadan önce engelledi.)
  145. Reinforce (Güçlendirmek, desteklemek): The study reinforces the idea that eating a balanced diet is beneficial.- (Çalışma, dengeli bir diyet yemenin yararlı olduğu fikrini güçlendirir.)
  146. Consolidate (Güçlendirmek, sağlamlaştırmak): The company plans to consolidate its position in the market.- (Şirket, piyasadaki konumunu sağlamlaştırmayı planlıyor.)
  147. Fabricate (Uydurmak, yapmak): The witness was accused of fabricating the story.- (Tanık, hikayeyi uydurmakla suçlandı.)
  148. Intrigue (Merak uyandırmak, ilgisini çekmek): The mysterious symbol intrigued the archaeologists.- (Gizemli sembol, arkeologların ilgisini çekti.)
  149. Reiterate (Tekrar etmek, yenilemek): Let me reiterate that we are dedicated to providing quality service.- (Kaliteli hizmet sağlama konusunda kararlı olduğumuzu tekrar edeyim.)
  150. Contradict (Çelişmek, karşı çıkmak): His statement contradicts the facts.- (Beyanı, gerçeklerle çelişiyor.)
  151. Fascinate (Büyülemek, etkilemek): The idea of space travel has always fascinated me.- (Uzay yolculuğu fikri, beni her zaman büyüledi.)
  152. Intimidate (Gözdağı vermek, korkutmak): Bullies try to intimidate others into doing what they want.- (Zorba kişiler, başkalarını istediklerini yapmaya korkutarak zorlar.)
  153. Perceive (Algılamak, farkına varmak): Some people perceive him as arrogant, but I think he's just confident.- (Bazı insanlar onu kibirli olarak algılıyor, ama bence o sadece kendinden emin.)
  154. Deduce (Sonuç çıkarmak): Based on the evidence, the detective deduced that the butler was the murderer.- (Kanıtlara dayanarak, dedektif hizmetçinin katil olduğunu sonuç çıkardı.)
  155. Navigate (Yolunu bulmak, yönlendirmek): With a good map, you can navigate the city easily.- (İyi bir harita ile şehirde kolayca yolunuzu bulabilirsiniz.)
  156. Provoke (Kışkırtmak, tahrik etmek): His comments provoked a lot of anger.- (Yorumları çok fazla öfke uyandırdı.)
  157. Depict (Tanımlamak, betimlemek): The painting depicts a beautiful sunset over the mountains.- (Resim, dağların üzerinde güzel bir gün batımını betimliyor.)
  158. Negotiate (Pazarlık etmek): They are in the process of negotiating a new contract.- (Yeni bir sözleşme pazarlığı sürecindeler.)
  159. Pursue (Sürdürmek, takip etmek): He decided to pursue a career in medicine.- (Tıp alanında bir kariyer sürdürmeye karar verdi.)
  160. Deter (Caydırmak, vazgeçirmek): High prices are deterring many people from buying houses.- (Yüksek fiyatlar birçok kişiyi ev satın almaktan caydırıyor.)
  161. Normalize (Normalleştirmek): We need to normalize talking about mental health.- (Mental sağlık hakkında konuşmayı normalleştirmemiz gerekiyor.)
  162. Restrict (Kısıtlamak): The government has restricted travel due to the pandemic.- (Hükümet, pandemi nedeniyle seyahati kısıtladı.)
  163. Subsidize (Desteklemek, sübvanse etmek): The government subsidizes renewable energy projects.- (Hükümet, yenilenebilir enerji projelerini sübvanse ediyor.)
  164. Diversify (Çeşitlendirmek): It's wise to diversify your investment portfolio.- (Yatırım portföyünüzü çeşitlendirmek akıllıcadır.)
  165. Obligate (Zorunlu kılmak): The contract obligates you to fulfill certain conditions.- (Sözleşme, belirli koşulları yerine getirmenizi zorunlu kılar.)
  166. Revitalize (Canlandırmak, yeniden hayat vermek): The project aims to revitalize the city center.- (Proje, şehir merkezini canlandırmayı amaçlıyor.)
  167. Disrupt (Bozmak, kesintiye uğratmak): The strike could disrupt train services.- (Grev, tren hizmetlerini aksatabilir.)
  168. Observe (Gözlemlemek): Scientists observe the behavior of animals in their natural habitats.- (Bilim insanları, hayvanların doğal yaşam alanlarındaki davranışlarını gözlemler.)
  169. Revise (Gözden geçirmek): You need to revise your essay before submitting it.- (Teslim etmeden önce kompozisyonunuzu gözden geçirmeniz gerekiyor.)
  170. Dissipate (Dağıtmak, yok etmek): The morning sun dissipated the fog.- (Sabah güneşi sisleri dağıttı.)
  171. Obstruct (Engel olmak): A fallen tree is obstructing the road.- (Düşen bir ağaç yolu engelliyor.)
  172. Revolt (İsyan etmek): The people revolted against the corrupt government.- (İnsanlar, yozlaşmış hükümete karşı isyan etti.
  173. Distinguish (Ayırt etmek): It's important to distinguish between business and personal expenses.- (İş ve kişisel harcamalar arasındaki farkı belirlemek önemlidir.)
  174. Optimize (En iyi hale getirmek, optimize etmek): We need to optimize our use of natural resources.- (Doğal kaynaklarımızı en iyi şekilde kullanmamız gerekiyor.)
  175. Safeguard (Koruma, güvenliği sağlama): These measures are intended to safeguard the public.- (Bu önlemler, halkı korumayı amaçlamaktadır.)
  176. Divert (Yönlendirmek, başka bir yöne çevirmek): Traffic will be diverted due to construction work.- (Trafik, inşaat çalışmaları nedeniyle başka bir yöne yönlendirilecektir.)
  177. Overcome (Üstesinden gelmek): She had to overcome many obstacles to achieve her goals.- (Hedeflerine ulaşmak için birçok engelin üstesinden gelmek zorunda kaldı.)
  178. Saturate (Doyurmak): The market is saturated with similar products.- (Piyasa, benzer ürünlerle doyurulmuştur.)
  179. Dominate (Hükmetmek, egemen olmak): One company dominates the market.- (Bir şirket piyasaya hakim.)
  180. Overestimate (Fazla tahmin etmek): We overestimated how long the project would take.- (Projeyi ne kadar süreceğini fazla tahmin ettik.)
  181. Simplify (Basitleştirmek): We need to simplify the process for customers.- (Müşteriler için süreci basitleştirmemiz gerekiyor.)
  182. Duplicate (Kopyasını yapmak): Please duplicate the document and send it to all members.- (Lütfen belgenin bir kopyasını yapın ve tüm üyelere gönderin.)
  183. Elaborate (Ayrıntılı, detaylı): She gave a very elaborate explanation.- (Çok ayrıntılı bir açıklama yaptı.)
  184. Outweigh (Ağır basmak): The benefits of this decision outweigh the drawbacks.- (Bu kararın faydaları, dezavantajlarını ağırbasır.)
  185. Stagnate (Durgunlaşmak): The economy has begun to stagnate.- (Ekonomi durgunlaşmaya başladı.)
  186. Elevate (Yükseltmek): His performance in the movie elevated him to stardom.- (Filmdeki performansı onu starlığa yükseltti.)
  187. Oversimplify (Aşırı basitleştirmek): Don't oversimplify the issue—it's more complex than you think.- (Sorunu aşırı derecede basitleştirme - düşündüğünden daha karmaşık.)
  188. Standardize (Standartlaştırmak): The company needs to standardize its processes.- (Şirketin süreçlerini standartlaştırması gerekiyor.)
  189. Empower (Yetki vermek, güçlendirmek): Our goal is to empower youth through education.- (Amacımız, eğitim aracılığıyla gençleri güçlendirmektir.)
  190. Paradox (Paradoks, çelişkili durum): It's a paradox that those who need help the most often ask for it the least.- (En çok yardıma ihtiyacı olanların genellikle en az yardım istemesi bir paradokstur.)
  191. Strive (Çabalamak): We must strive to improve our performance.- (Performansımızı iyileştirmek için çabalamalıyız.)
  192. Endorse (Desteklemek, onaylamak): The product is endorsed by many celebrities.- (Ürün, birçok ünlü tarafından desteklenmektedir.)
  193. Exploit (Sömürmek, yararlanmak): Some companies exploit their workers by paying them very little.- (Bazı şirketler, çalışanlarına çok az maaş ödeyerek onları sömürür.)
  194. Perceive (Algılamak, farkına varmak): I perceive a certain sadness in his poetry.- (Şiirlerinde belirli bir hüzün algılıyorum.)
  195. Extinguish (Söndürmek): Firefighters worked to extinguish the blaze.- (İtfaiyeciler, alevleri söndürmek için çalıştı.)
  196. Substitute (Yerine geçmek, vekil): Can you substitute for me at the meeting?(Toplantıda benim yerime geçebilir misin?)
  197. Extrapolate (Sonuç çıkarmak, tahminde bulunmak): We can extrapolate the future trend from the current data.- (Gelecek eğilimi, mevcut verilerden çıkarabiliriz.)
  198. Pioneer (Öncü olmak): She was a pioneer in the field of biochemistry.- (O, biyokimya alanında bir öncüydü.)
  199. Suppress (Bastırmak, önlemek): The government tried to suppress the news.- (Hükümet, haberleri bastırmaya çalıştı.)
  200. Fabricate (Uydurmak, yapmak): He was accused of fabricating evidence. (Delil uydurmakla suçlandı.)

Rastgele İçerik

© tüm hakları saklıdır
made with by templateszoo