DonanımHaber

English etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
English etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Intermediate en sık kullanılan phrasal verb'ler, Türkçe anlamları, eşanlamlıları, örnek cümle içinde kullanımları..



ChatGPT

İşte İngilizce'de sık kullanılan phrasal verb'lerin Türkçe anlamları, eşanlamlıları ve örnek cümlelerle kullanımları:


Break down: Bozulmak, arıza yapmak

Eşanlamlıları: malfunction, go wrong

Örnek cümle: My car broke down on the highway. (Arabam otoyolda arıza yaptı.)


Call off: İptal etmek

Eşanlamlıları: cancel, abandon

Örnek cümle: They called off the soccer match due to heavy rain. (Aşırı yağış nedeniyle futbol maçını iptal ettiler.)


Carry on: Devam etmek

Eşanlamlıları: continue, proceed

Örnek cümle: We need to carry on with our work until it's finished. (İşi bitene kadar devam etmeliyiz.)


Come across: Tesadüfen karşılaşmak

Eşanlamlıları: encounter, run into

Örnek cümle: I came across an interesting book at the library. (Kütüphanede ilginç bir kitapla karşılaştım.)


Do without: Olmadan idare etmek

Eşanlamlıları: manage without, get by without

Örnek cümle: We had to do without electricity for a few hours. (Birkaç saat elektriksiz idare etmek zorunda kaldık.)


Figure out: Anlamak, çözmek

Eşanlamlıları: understand, solve

Örnek cümle: I couldn't figure out how to use the new software. (Yeni yazılımı nasıl kullanacağımı anlayamadım.)


Get along with: İyi geçinmek

Eşanlamlıları: have a good relationship with, get on with

Örnek cümle: She gets along with her coworkers very well. (İş arkadaşlarıyla çok iyi geçiniyor.)


Give up: Pes etmek, vazgeçmek

Eşanlamlıları: quit, surrender

Örnek cümle: Don't give up on your dreams. (Hayallerinden vazgeçme.)


Go ahead: İleri gitmek, devam etmek

Eşanlamlıları: proceed, continue

Örnek cümle: You have my permission to go ahead with the project. (Proje için ilerlemeye izniniz var.)


Hang out: Vakit geçirmek, takılmak

Eşanlamlıları: spend time, socialize

Örnek cümle: Let's hang out at the mall this afternoon. (Bugün öğleden sonra alışveriş merkezinde takılalım.)


Look after: Bakmak, ilgilenmek

Eşanlamlıları: take care of, attend to

Örnek cümle: Can you look after my cat while I'm away? (Ben yokken kedime bakabilir misin?)


Set up: Kurmak, düzenlemek

Eşanlamlıları:arrange, establish

Örnek cümle: They set up a new company last year. (Geçen yıl yeni bir şirket kurdular.)


Take off: Havalanmak, kalkmak

Eşanlamlıları: depart, lift off

Örnek cümle: The plane took off on time. (Uçak zamanında havalanmıştır.)


Turn off: Kapatmak

Eşanlamlıları: switch off, shut down

Örnek cümle: Don't forget to turn off the lights before you leave. (Ayrılmadan önce ışıkları kapatmayı unutma.)


Give in: Pes etmek, teslim olmak

Eşanlamlıları: surrender, yield

Örnek cümle: After a long negotiation, they finally gave in to our demands. (Uzun bir müzakerenin ardından sonunda taleplerimize boyun eğdiler.)


Look up: Bakmak, araştırmak

Eşanlamlıları: search, research

Örnek cümle: You can look up the definition of that word in the dictionary. (O kelimenin tanımını sözlükte araştırabilirsiniz.)


Put off: Ertelemek

Eşanlamlıları: postpone, delay

Örnek cümle: They decided to put off the meeting until next week. (Toplantıyı gelecek haftaya kadar ertelemeye karar verdiler.)


Run out of: Bitmek, tükenmek

Eşanlamlıları: exhaust, deplete

Örnek cümle: We ran out of milk, so I need to buy some more. (Süt bitti, bu yüzden biraz daha almalıyım.)


Break up: Ayrılmak, ilişkiyi sonlandırmak

Eşanlamlıları: end, split up

Örnek cümle: They decided to break up after years of being together. (Uzun yıllar birlikte olduktan sonra ayrılmaya karar verdiler.)


Get over: Üstesinden gelmek, atlatmak

Eşanlamlıları: overcome, recover from

Örnek cümle: It took her a long time to get over the loss of her pet. (Evcil hayvanının kaybını atlatması uzun zaman aldı.)

Bring up: Büyütmek, yetiştirmek

Eşanlamlıları: raise, nurture

Örnek cümle: My parents brought me up to value education. (Ebeveynlerim beni eğitime değer vererek büyüttüler.)


Look forward to: Dört gözle beklemek

Eşanlamlıları: anticipate, eagerly await

Örnek cümle: I'm really looking forward to the weekend. (Hafta sonunu dört gözle bekliyorum.)


Put up with: Tahammül etmek, katlanmak

Eşanlamlıları: tolerate, endure

Örnek cümle: I can't put up with his constant complaining anymore. (Artan şikayetlerine daha fazla tahammül edemem.)


Stand out: Göze çarpmak, dikkat çekmek

Eşanlamlıları: be noticeable, be prominent

Örnek cümle: Her bright red dress made her stand out in the crowd. (Parlak kırmızı elbisesi onu kalabalık içinde dikkat çekici kıldı.)


Take after: Benzemek, çekmek

Eşanlamlıları: resemble, inherit traits from

Örnek cümle: She takes after her mother in terms of appearance. (Görünüm açısından annesine benziyor.)


Get away: Kaçmak, uzaklaşmak

Eşanlamlıları: escape, flee

Örnek cümle: The thief managed to get away before the police arrived. (Hırsız, polis gelmeden önce kaçmayı başardı.)


Look up to: Saygı duymak, hayranlık duymak

Eşanlamlıları: admire, respect

Örnek cümle: I've always looked up to my older sister as a role model. (Her zaman ablamı bir rol model olarak saygıyla karşıladım.)


Put on: Giymek, takmak

Eşanlamlıları: wear, don

Örnek cümle: Don't forget to put on your jacket, it's cold outside. (Dışarısı soğuk, ceketini giymeyi unutma.)


Stand up for: Savunmak, desteklemek

Eşanlamlıları: defend, support

Örnek cümle: I will always stand up for my friends when they're being treated unfairly. (Arkadaşlarım haksız bir şekilde muamele gördüğünde her zaman onları savunacağım.)


Get over: Üstesinden gelmek, atlatmak

Eşanlamlıları: overcome, recover from

Örnek cümle: It took him a long time to get over the loss of his job. (İşini kaybetmenin üstesinden gelmesi uzun zaman aldı.)


Look out: Dikkat etmek, gözetlemek

Eşanlamlıları: watch out, be careful

Örnek cümle: Look out! There's a car coming towards you. (Dikkat et! Sana doğru gelen bir araba var.)


Take up: Başlamak, hobiye başlamak

Eşanlamlıları: start, begin

Örnek cümle: I've decided to take up painting as a hobby. (Hobi olarak resim yapmaya başlamaya karar verdim.)


Put out: Söndürmek, çıkarmak

Eşanlamlıları: extinguish, quench

Örnek cümle: She put out the candles before leaving the room. (Odadan ayrılmadan önce mumları söndürdü.)


Stand up: Ayakta durmak, dikilmek

Eşanlamlıları: rise, get to one's feet

Örnek cümle: Please stand up when the national anthem is played. (Milli marş çalındığında lütfen ayağa kalkın.)


Get on: Binmek, ilerlemek

Eşanlamlıları: board, progress

Örnek cümle: We need to hurry up and get on the train. (Acele etmeli ve trene binmeliyiz.)


Look back: Geriye bakmak, geçmişi hatırlamak

Eşanlamlıları: reminisce, reflect

Örnek cümle: As I look back on my childhood, I realize how much I've grown. (Çocukluğuma geriye bakarken ne kadar büyüdüğümü fark ediyorum.)


Settle down: Yerleşmek, sakinleşmek

Eşanlamlıları: establish oneself, calm down

Örnek cümle: After years of traveling, she decided to settle down and buy a house. (Yıllarca seyahat ettikten sonra yerleşmeye ve ev satın almaya karar verdi.)


Take off: Çıkarmak, havalanmak

Eşanlamlıları: remove, become airborne

Örnek cümle: He took off his hat and sat down. (Şapkasını çıkardı ve oturdu.)


Put up: Konuk etmek, ağırlamak

Eşanlamlıları: accommodate, host

Örnek cümle: We're putting up some friends from out of town for the weekend. (Hafta sonu için şehir dışından gelen bazı arkadaşları ağırlıyoruz.)


Stand for: Temsil etmek, anlamına gelmek

Eşanlamlıları: represent, signify

Örnek cümle: The acronym "UNESCO" stands for United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization. ("UNESCO" kısaltması Birleşmiş Milletler Eğitim,Bilim ve Kültür Organizasyonu'dur)

İngilizce intermediate en sık kullanılan sıfatlar, Türkçe anlamları ve cümle içinde kullanımları



Delighted (Çok memnun): I'm delighted to meet you. - Seninle tanıştığıma çok memnunum.


Tired (Yorgun): I'm so tired, I need to get some sleep. - Çok yorgunum, biraz uyumam gerekiyor.


Eager (Hevesli): She's eager to start her new job. - Yeni işine başlamak için hevesli.


Relieved (Rahatlamış): I felt relieved after the exam was over. - Sınav bittikten sonra rahatlamış hissettim.


Worried (Endişeli): He seems worried about his health. - Sağlığı hakkında endişeli görünüyor.


Excited (Heyecanlı): I'm excited about our trip next week. - Gelecek haftaki gezimiz için heyecanlıyım.


Furious (Çok öfkeli): She was furious when she found out. - Haberi öğrendiğinde çok öfkeliydi.


Grateful (Minnettar): I'm grateful for your help. - Yardımın için minnettarım.


Confused (Kafası karışmış): I'm confused about the directions. - Yönergeler konusunda kafam karışık.


Determined (Kararlı): She's determined to pass the test. - Testi geçmekte kararlı.


Brave (Cesur): He's a brave man to admit his mistakes. - Hatalarını kabul eden cesur bir adam.


Joyful (Neşeli): It's a joyful moment for all of us. - Hepimiz için neşeli bir an.


Curious (Meraklı): She's always been a curious child, asking lots of questions. - Her zaman meraklı bir çocuk oldu, çok fazla soru soruyor.


Impressed (Etkilenmiş): I'm impressed by your dedication to the project. - Proje konusundaki adanmışlığın beni etkiledi.


Annoyed (Sinirli): He was annoyed by the constant noise. - Sürekli gürültüden sinirli oldu.


Nervous (Gergin): He was nervous before the presentation. - Sunumdan önce gergindi.


Embarrassed (Mahcup): I was embarrassed by my mistake. - Hatası nedeniyle mahcup oldum.


Disappointed (Hayal kırıklığına uğramış): I was disappointed with the result. - Sonuçtan hayal kırıklığına uğradım.


Surprised (Şaşırmış): I was surprised by her sudden visit. - Aniden ziyaretiyle şaşırdım.


Jealous (Kıskanç): He's jealous of her success. - Onun başarısını kıskanıyor.


Satisfied (Memnun): I am satisfied with my exam results. - Sınav sonuçlarımdan memnunum.


Proud (Gururlu): They are proud of their country. - Ülkeleriyle gurur duyuyorlar.


Anxious (Endişeli): I'm anxious about my interview. - Mülakatım konusunda endişeliyim.


Shocked (Şokta): I was shocked to hear the news. - Haberi duyunca şoka girdim.


Gloomy (Kasvetli): The weather was gloomy today. - Hava bugün kasvetliydi.


Generous (Cömert): My uncle is a generous man. - Amcam cömert bir adam.


Greedy (Açgözlü): He is too greedy for his own good. - Kendi iyiliği için çok açgözlü.


Lazy (Tembel): You are too lazy to clean your room. - Odamı temizlemek için çok tembelsin.


Stubborn (İnatçı): My friend can be very stubborn at times. - Arkadaşım bazen çok inatçı olabilir.


Sensitive (Duygusal): She is sensitive to criticism. - Eleştirilere karşı duygusal.


Honest (Dürüst): She is an honest person. - O dürüst bir kişi.


Reliable (Güvenilir): This car is very reliable. - Bu araba çok güvenilir.


Adventurous (Macera dolu): He is an adventurous traveler. - O, macera dolu bir gezgin.


Polite (Kibar): You should be more polite to your elders. - Yaşlılara karşı daha kibar olmalısın.


Rude (Kaba): It's rude to interrupt people when they're speaking. - İnsanlar konuşurken onları kesmek kaba bir davranış.


Shy (Utangaç): She's shy around new people. - Yeni insanlar etrafında utangaç.


Friendly (Dost canlısı): My neighbors are very friendly. - Komşularım çok dost canlısı.


Calm (Sakin): He remained calm during the crisis. - Kriz sırasında sakin kaldı.


Arrogant (Kibirli): I don't like arrogant people. - Kibirli insanları sevmem.


Modest (Alçakgönüllü): Despite his success, he's always been modest. - Başarısına rağmen, her zaman alçakgönüllü oldu.


Ambitious (Hırslı): He's very ambitious, always aiming for success. - O çok hırslı, her zaman başarıyı hedefliyor.


Bright (Zeki): She's a bright student and always gets good grades. - O zeki bir öğrenci ve her zaman iyi notlar alır.


Brilliant (Muhteşem, parlak): It was a brilliant performance. - Bu muhteşem bir performanstı.


Charming (Çekici): He has a charming personality. - Çekici bir kişiliği var.


Considerate (Düşünceli): He is very considerate about others' feelings. - Diğerlerinin duygularını düşünerek hareket eder.


Cruel (Zalim): The cruel king was hated by his subjects. - Zalim kral, tebaası tarafından nefret edildi.


Faithful (Sadık): She is a faithful friend. - O sadık bir arkadaş.


Fierce (Şiddetli): The fierce storm caused a lot of damage. - Şiddetli fırtına çok hasara neden oldu.


Innocent (Masum): He looks innocent, but he's really not. - Masum görünüyor, ama gerçekten değil.


Mysterious (Gizemli): There's something mysterious about that old house. - O eski evde gizemli bir şeyler var.


Optimistic (İyimser): He is always optimistic about the future. - Gelecekle ilgili her zaman iyimser.


Pessimistic (Kötümser): He is pessimistic about the outcomes. - Sonuçlar hakkında kötümser.


Sensible (Mantıklı): It's sensible to save money for the future. - Gelecek için para biriktirmek mantıklı.


Vain (Kibirli): He's so vain about his looks. - Görünüşü hakkında çok kibirli.


Lively (Canlı): The party was very lively. - Parti çok canlıydı.


Clumsy (Sakar): He's a bit clumsy and often drops things. - Biraz sakar ve sık sık şeyleri düşürüyor.


Diligent (Çalışkan): She's very diligent and always completes her work on time. - Çok çalışkan ve her zaman işini zamanında tamamlar.


Creative (Yaratıcı): She's very creative and loves painting and drawing. - Çok yaratıcı ve resim çizmeyi seviyor.


Insecure (Güvensiz): He feels insecure about his job. - İşi hakkında güvensiz hissediyor.


Loyal (Sadık): Dogs are known to be loyal animals. - Köpeklerin sadık hayvanlar olduğu bilinir.


Timid (Çekingen): The rabbit is a timid creature. - Tavşan, çekingen bir yaratıktır.


Resilient (Dayanıklı): The resilient athlete recovered quickly from his injury. - Dayanıklı atlet, yaralanmasından hızlıca iyileşti.


Vibrant (Canlı, enerjik): The city is known for its vibrant nightlife. - Şehir, canlı gece hayatı ile bilinir.


Wise (Bilge): My grandmother is a wise woman. - Büyükannem bilge bir kadın.


Sincere (Samimi): He made a sincere apology. - Samimi bir özür diledi.


Ruthless (Merhametsiz): The dictator was ruthless and cruel. - Diktatör merhametsiz ve zalimdi.


Vivid (Canlı, net): She has a vivid imagination. - Canlı bir hayal gücü var.


Wealthy (Zengin): He became wealthy after starting his own business. - Kendi işini kurduktan sonra zengin oldu.


Thrifty (Tutumlu): She's very thrifty and rarely wastes money. - O çok tutumlu ve nadiren para harcar.


Flexible (Esnek): I need a job with flexible hours. - Esnek saatleri olan bir işe ihtiyacım var.


Passionate (Tutkulu): He is passionate about music. - Müziğe karşı tutkulu.


Enthusiastic (Hevesli): The students are enthusiastic about the school trip. - Öğrenciler okul gezisi konusunda hevesli.


Sophisticated (Sofistike): She has very sophisticated tastes in fashion. - Modada çok sofistike zevkleri var.


Daring (Cesur): The daring rescue saved the lives of the sailors. - Cesur kurtarma, denizcilerin hayatını kurtardı.


Grumpy (Huysuz): He becomes grumpy when he is tired. - Yorgun olduğunda huysuz olur.


Incredible (İnanılmaz): This new technology is simply incredible. - Bu yeni teknoloji basitçe inanılmaz.


Neat (Düzenli): He keeps his room neat and clean. - Odasını düzenli ve temiz tutar.


Thoughtful (Düşünceli): She's always thoughtful and brings me coffee in the morning. - Her zaman düşünceli ve sabahları bana kahve getirir.


Genuine (Gerçek, samimi): His apology seemed genuine. - Özrü gerçek gibi görünüyordu.


Cautious (Dikkatli): Be cautious when crossing the street. - Sokakta geçerken dikkatli olun.


Mature (Olgun): She is very mature for her age. - Yaşı için çok olgun.


Competitive (Rekabetçi): He's very competitive and hates losing. - Çok rekabetçi ve kaybetmeyi sevmez.


Impulsive (Atılgan): He's too impulsive and doesn't think before he acts. - Çok atılgan ve hareket etmeden önce düşünmez.


Perceptive (Algılayıcı): She is perceptive and quickly notices changes in people's behavior. - Algılayıcıdır ve insanların davranışlarındaki değişiklikleri hızla fark eder.


Persistent (Israrlı): He is persistent in his efforts to finish the project. - Projeyi bitirme çabalarında ısrarlı.


Sympathetic (Anlayışlı): She was sympathetic when I was upset. - Üzgün olduğumda anlayışlıydı.


Vigorous (Enerjik): He is still vigorous in his old age. - Yaşlılığına rağmen hala enerjik.


Witty (Nükteli, esprili): He is known for his witty remarks. - Nükteli sözleri ile tanınır.


Outgoing (Sosyal, dışa dönük): She's very outgoing and has a lot of friends. - Çok sosyal ve birçok arkadaşı var.


Meticulous (Titiz): He is meticulous in his work and never makes mistakes. - İşinde titizdir ve asla hata yapmaz.


Assertive (İddialı): She's assertive and isn't afraid to ask for what she wants. - İddialı ve istediği şeyi sormaktan korkmuyor.


Humble (Alçakgönüllü): Despite his success, he remains a humble person. - Başarısına rağmen, alçakgönüllü bir insan olmayı sürdürüyor.


Precise (Kesin): I need precise measurements for the tailor. - Terzi için kesin ölçülere ihtiyacım var.


Delicate (Narin, hassas): Be careful with that vase, it's very delicate. - O vazoyla dikkatli ol, çok narin.


Vast (Geniş, büyük): She has a vast collection of books. - Geniş bir kitap koleksiyonuna sahip.


Radiant (Parlak): She looked radiant on her wedding day. - Düğün gününde ışıl ışıl görünüyordu.


Virtuous (Faziletli): She's known to be a virtuous woman. - Faziletli bir kadın olduğu bilinir.


Volatile (Değişken): The political situation in the country is volatile. - Ülkedeki politik durum değişken.

İngilizce intermediate en sık kullanılan kelimeler, Türkçe anlamları ve örnek cümleler



 

Opportunity (Fırsat)


"This job is a great opportunity for someone with your skills." (Bu iş, yetenekleriniz için harika bir fırsat.)

Achievement (Başarı)


"Her latest achievement is publishing her first book." (En son başarısı, ilk kitabını yayınlamak.)

Require (Gerektirmek)


"This job requires excellent communication skills." (Bu iş, mükemmel iletişim becerileri gerektirir.)

Consider (Düşünmek)


"Please consider our proposal before making a decision." (Bir karar vermeden önce lütfen teklifimizi düşünün.)

Determine (Belirlemek)


"We need to determine the best approach to solve this problem." (Bu problemi çözmek için en iyi yaklaşımı belirlememiz gerekiyor.)

Evidence (Kanıt)


"The detective is searching for evidence at the crime scene." (Dedektif, suç mahallinde kanıt arıyor.)

Effort (Çaba)


"He made a lot of effort to finish the project on time." (Projeyi zamanında bitirmek için çok çaba harcadı.)

Purpose (Amaç)


"The purpose of this meeting is to discuss our marketing strategy." (Bu toplantının amacı, pazarlama stratejimizi tartışmaktır.)

Involve (İçermek)


"The job involves a lot of travel." (İş, çok seyahat içerir.)

Suggest (Önermek)


"I suggest we take a break and continue later." (Bir mola verip daha sonra devam etmeyi öneriyorum.)


Necessary (Gerekli)


"It is necessary to wear a helmet while riding a bike for safety." (Güvenlik için bisiklete binerken kask takmak gerekli.)

Influence (Etkilemek, Etki)


"His work has had a great influence on mine." (İşi, benimki üzerinde büyük bir etkisi oldu.)

Available (Mevcut, Kullanılabilir)


"The report will be available online after 5pm." (Rapor, saat 17.00'den sonra çevrimiçi olarak kullanılabilir olacak.)

Responsibility (Sorumluluk)


"It's her responsibility to make sure the process runs smoothly." (Sürecin sorunsuz çalışmasını sağlamak onun sorumluluğunda.)

Recognize (Tanımak)


"I didn't recognize you with your new haircut." (Yeni saç kesiminle seni tanıyamadım.)

Significant (Önemli)


"There has been a significant increase in sales this year." (Bu yıl satışlarda önemli bir artış oldu.)

Approach (Yaklaşım)


"We need a new approach to solve this problem." (Bu sorunu çözmek için yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var.)

Focus (Odaklanmak, Odak)


"I need to focus on finishing this project." (Bu projeyi bitirmeye odaklanmam gerekiyor.)

Increase (Artırmak, Artış)


"The company has decided to increase the salaries of its employees." (Şirket, çalışanlarının maaşlarını artırmaya karar verdi.)

Decrease (Azaltmak, Azalış)


"We have noticed a decrease in demand for this product." (Bu ürün için talepte bir azalma fark ettik.)


Individual (Bireysel, Birey)


"Each individual must take responsibility for his own actions." (Her birey kendi eylemlerinden sorumludur.)

Concern (Endişe, İlgili olmak)


"Your grades are a major concern to your parents." (Notların, ebeveynlerin için büyük bir endişe kaynağı.)

Particular (Belirli, Özel)


"Is there a particular brand of shoes you prefer?" (Tercih ettiğin belirli bir ayakkabı markası var mı?)

Experience (Deneyim)


"You need more experience to apply for this job." (Bu iş için başvurmak için daha fazla deneyime ihtiyacın var.)

Attitude (Tavır, Tutum)


"Her positive attitude makes her a pleasure to work with." (Onun pozitif tutumu, onunla çalışmayı zevkli kılıyor.)

Allow (İzin vermek)


"My parents don't allow me to stay out late on school nights." (Ebeveynlerim okul geceleri geç saatlere kadar dışarıda kalma izni vermiyor.)

Challenge (Meydan okumak, Zorluk)


"Learning a new language is a big challenge." (Yeni bir dil öğrenmek büyük bir zorluk.)

Condition (Durum, Koşul)


"The house is in excellent condition." (Ev mükemmel durumda.)

Benefit (Fayda)


"Regular exercise has many health benefits." (Düzenli egzersizin birçok sağlık faydası vardır.)


Develop (Geliştirmek)


"We need to develop a new marketing strategy." (Yeni bir pazarlama stratejisi geliştirmemiz gerekiyor.)


Tend (Eğilimi olmak)


"I tend to watch more TV in the winter." (Kışın daha çok TV izlerim.)

Occasionally (Arada sırada)


"I occasionally go to the gym, but not as often as I should." (Arada sırada spor salonuna giderim, ama yapmam gerektiği kadar sık değil.)

Process (İşlem)


"Applying for a visa can be a long process." (Vize başvurusu uzun bir işlem olabilir.)


Contribute (Katkıda bulunmak)


"Everyone in the team contributed to the success of the project." (Takımdaki herkes projenin başarısına katkıda bulundu.)

Recognize (Tanımak)


"I didn't recognize you with your new glasses." (Yeni gözlüklerinle seni tanıyamadım.)

Environment (Çevre)


"We should all do our part to protect the environment." (Hepimiz çevreyi korumak için üzerimize düşeni yapmalıyız.)

Approach (Yaklaşım)


"We need a new approach to handle this situation." (Bu durumu ele almak için yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var.)


Establish (Kurmak)


"She wants to establish her own business." (Kendi işini kurmak istiyor.)

Strategy (Strateji)


"We need a better strategy to win the game." (Oyunu kazanmak için daha iyi bir stratejiye ihtiyacımız var.)

Response (Yanıt)


"I didn't get a response to my email." (E-postama yanıt almadım.)

Identify (Tanımlamak)


"Can you identify the man who stole your purse?" (Çantanı çalan adamı tanımlayabilir misin?)

Maintain (Sürdürmek)


"It's important to maintain a healthy diet." (Sağlıklı bir diyeti sürdürmek önemlidir.)

Conduct (Yürütmek)


"The company will conduct an audit at the end of the year." (Şirket, yıl sonunda bir denetim yapacak.)

Consequence (Sonuç)


"If you don't study, failing the exam could be the consequence." (Eğer çalışmazsan, sınavı geçememek sonuç olabilir.)

 

Previous (Önceki)


"I liked the previous design of the website better." (Web sitesinin önceki tasarımını daha çok beğendim.)

Relevant (İlgili)


"Please keep your comments relevant to the topic." (Lütfen yorumlarınızı konuyla ilgili tutun.)


Evaluate (Değerlendirmek)


"We need to evaluate the effectiveness of our marketing campaign." (Pazarlama kampanyamızın etkinliğini değerlendirmemiz gerekiyor.)

Feature (Özellik)


"One of the main features of this car is its fuel efficiency." (Bu arabanın ana özelliklerinden biri yakıt verimliliği.)

Specific (Belirli)


"Do you have any specific requirements for this project?" (Bu proje için belirli gereksinimleriniz var mı?)

Potential (Potansiyel)


"She has the potential to become a great singer." (Büyük bir şarkıcı olma potansiyeli var.)

Participate (Katılmak)


"I would love to participate in the charity run." (Hayırseverlik koşusuna katılmaktan mutluluk duyarım.)

Encourage (Teşvik etmek)


"The teacher always encourages the students to ask questions." (Öğretmen, öğrencileri her zaman soru sormaya teşvik eder.)

Create (Oluşturmak)


"We're planning to create a new website for our business." (İşimiz için yeni bir web sitesi oluşturmayı planlıyoruz.)

Professional (Profesyonel)


"Her professional attitude was appreciated by her colleagues." (Profesyonel tutumu, meslektaşları tarafından takdir edildi.)

Function (Fonksiyon, İşlev)


"The function of the heart is to pump blood through the body." (Kalbin işlevi, kanı vücutta pompalamaktır.)

Population (Nüfus)


"The population of New York City is over 8 million." (New York Şehrinin nüfusu 8 milyonun üzerindedir.)


Structure (Yapı)


"The structure of the sentence is correct." (Cümlenin yapısı doğru.)

Research (Araştırma)


"I have to do some research for my project." (Projem için biraz araştırma yapmam gerekiyor.)

Culture (Kültür)


"We learned about the culture of the local people during our trip." (Seyahatimiz sırasında yerel insanların kültürünü öğrendik.)

Source (Kaynak)


"Books are a good source of knowledge." (Kitaplar iyi bir bilgi kaynağıdır.)

Community (Topluluk)


"The local community is very supportive." (Yerel topluluk çok destekleyici.)

Complex (Karmaşık)


"This is a complex problem that requires careful consideration." (Bu, dikkatli bir değerlendirme gerektiren karmaşık bir problem.)

Income (Gelir)


"His annual income is enough to support his family." (Yıllık geliri ailesini desteklemeye yeterli.)

Principle (İlke)


"Honesty is a fundamental principle in our company." (Dürüstlük, şirketimizin temel ilkesidir.)

Positive (Pozitif, olumlu)


"Having a positive attitude can help you succeed." (Pozitif bir tutum, başarmanıza yardımcı olabilir.)


Entire (Tüm, Bütün)


"I spent the entire day cleaning the house." (Tüm günü evi temizleyerek geçirdim.)

 

Legal (Yasal)


"There are legal penalties for stealing." (Hırsızlık için yasal cezalar vardır.)

Economic (Ekonomik)


"The economic situation has been difficult this year." (Ekonomik durum bu yıl zor oldu.)

 

Major (Ana, Büyük)


"He made a major contribution to the project." (Projeye büyük bir katkı sağladı.)

Issue (Konu, Sorun)


"We need to discuss some important issues at today's meeting." (Bugünkü toplantıda bazı önemli konuları tartışmamız gerekiyor.)

Affect (Etkilemek)


"The weather can greatly affect your mood." (Hava durumu ruh halinizi büyük ölçüde etkileyebilir.)

Authority (Otorite)


"The local authorities are responsible for maintaining the roads." (Yerel otoriteler, yolların bakımından sorumludur.)


Respond (Yanıtlamak)


"She didn't respond to my email." (Benim e-postama yanıt vermedi.)

Agreement (Anlaşma)


"We came to an agreement after a long discussion." (Uzun bir tartışmadan sonra bir anlaşmaya vardık.)

Action (Eylem, hareket)


"Immediate action is needed to address the issue." (Sorunu çözmek için acil eylem gereklidir.)

Benefit (Fayda)


"Regular exercise has many health benefits." (Düzenli egzersizin birçok sağlık faydası vardır.)

Element (Eleman, öge)


"Water is an essential element for survival." (Su, hayatta kalma için temel bir ögedir.)


Majority (Çoğunluk)

- "The majority of people agree with the decision." (İnsanların çoğunluğu karara katılıyor.)


Policy (Politika, ilke)

- "The company's refund policy is very clear." (Şirketin iade politikası çok net.)


Process (Süreç)

- "The hiring process can take several weeks." (İşe alım süreci birkaç hafta sürebilir.)


Individual (Birey)

- "Each individual has a role to play in the team." (Her bireyin takımda oynayacak bir rolü vardır.)


Data (Veri)

- "The data shows a clear trend towards increasing temperatures." (Veriler, artan sıcaklık eğilimini net bir şekilde gösteriyor.)


Analysis (Analiz)

- "The analysis of the market data is crucial for our business strategy." (Pazar verilerinin analizi, iş stratejimiz için hayati önem taşır.)

 

Distribute (Dağıtmak)

- "We plan to distribute free samples of our product." (Ürünümüzün ücretsiz örneklerini dağıtmayı planlıyoruz.)


Estimate (Tahmin etmek)

- "The repair costs were estimated at $500." (Tamir masrafları 500 dolar olarak tahmin edildi.)


Regulation (Düzenleme, yönetmelik)

- "The company must follow environmental regulations." (Şirket, çevresel düzenlemelere uymalıdır.)


Section (Bölüm)

- "Please refer to the previous section of the report." (Lütfen raporun önceki bölümüne başvurun.)


Site (Site, Yer)

- "The construction site is closed for the holiday." (İnşaat alanı, tatil için kapalı.)


Structure (Yapı)

- "The structure of the building is very unusual." (Binanın yapısı çok sıradışı.)


Technology (Teknoloji)

- "The company is at the forefront of new technology." (Şirket, yeni teknolojinin ön saflarında.)


Factor (Faktör)

- "There are several factors to consider when choosing a college." (Bir üniversite seçerken göz önünde bulundurulması gereken birkaç faktör vardır.)


Procedure (Prosedür)

- "You must follow the correct procedure to apply for a visa." (Vize başvurusunda bulunmak için doğru prosedürü takip etmelisiniz.)


Condition (Durum, Koşul)

- "The condition of the book is very good, despite its age." (Yaşına rağmen kitabın durumu çok iyi.)


Role (Rol)

- "In the play, he has the role of the villain." (Oyunda, kötü adamın rolü var.)


Impact (Etki)

- "The new policy will have a big impact on our business." (Yeni politikanın işletmemiz üzerinde büyük bir etkisi olacak.)

 

Area (Alan, Bölge)

- "This area is known for its beautiful landscapes." (Bu bölge güzel manzaralarıyla bilinir.)


Define (Tanımlamak)

- "How do you define success?" (Başarıyı nasıl tanımlarsınız?)


Income (Gelir)

- "He has a steady income from his job." (İşinden düzenli bir geliri var.)


Region (Bölge)

- "The region is known for its wine production." (Bölge, şarap üretimi ile bilinir.)


Communicate (İletişim kurmak)

- "It's important to communicate your feelings clearly." (Duygularınızı net bir şekilde iletmek önemlidir.)


Community (Topluluk)

- "She is very involved in her local community." (Yerel topluluğunda çok aktif.)


Complex (Karmaşık)

- "This is a complex issue that requires careful consideration." (Bu, dikkatli bir değerlendirme gerektiren karmaşık bir sorun.)


Invest (Yatırım yapmak)

- "He decided to invest in a new startup company." (Yeni bir startup şirketine yatırım yapmaya karar verdi.)


Occur (Meydana gelmek)

- "The accident occurred late last night." (Kaza geçen gece geç saatlerde meydana geldi.)


Security (Güvenlik)

- "Security at the airport is very tight." (Havaalanında güvenlik çok sıkı.)


Alternative (Alternatif)

- "We need to find an alternative solution to this problem." (Bu soruna alternatif bir çözüm bulmamız gerekiyor.)


Series (Seri)

- "I watched the entire series over the weekend." (Tüm seriyi hafta sonu boyunca izledim.)


Source (Kaynak)

- "The journalist did not reveal her source." (Gazeteci kaynağını açıklamadı.)

Assessment (Değerlendirme)

- "The teacher made an assessment of the students' skills." (Öğretmen öğrencilerin yeteneklerini değerlendirdi.)


Ensure (Sağlamak)

- "We must ensure that everyone has equal access to education." (Herkesin eğitime eşit erişimi olduğunu sağlamalıyız.)


Method (Yöntem)

- "We need a better method for handling these situations." (Bu durumları ele almak için daha iyi bir yönteme ihtiyacımız var.)


Variable (Değişken)

- "There are several variables that can affect the outcome." (Sonucu etkileyebilecek birkaç değişken vardır.)


Acquire (Edinmek)

- "He has acquired a reputation for being very reliable." (Çok güvenilir olmak üzere bir ün kazandı.)


Obtain (Elde etmek)

- "She was finally able to obtain a copy of the book." (Sonunda kitabın bir kopyasını elde etmeyi başardı.)


Perceive (Algılamak)

- "People perceive things in different ways." (İnsanlar şeyleri farklı şekillerde algılar.)


Reside (İkamet etmek)

- "She resides in a small town in the countryside." (Kırsalda küçük bir kasabada ikamet ediyor.)


Resolve (Çözmek)

- "They managed to resolve the dispute without going to court." (Mahkemeye gitmeden anlaşmazlığı çözmeyi başardılar.)


Seek (Aramak)

- "He decided to seek advice from a professional." (Bir profesyonelden tavsiye almayı kararlaştırdı.)


Transfer (Transfer etmek)

- "He had to transfer to a different school." (Farklı bir okula geçmek zorunda kaldı.)


Interact (Etkileşimde bulunmak)

- "Children learn by interacting with each other." (Çocuklar birbirleriyle etkileşimde bulunarak öğrenirler.)


Major (Ana, büyük)

- "The project faced major delays due to funding issues." (Proje, finansman sorunları nedeniyle büyük gecikmeler yaşadı.)


Assume (Varsaymak)

- "I assume you'll be attending the meeting?" (Toplantıya katılacağınızı varsayıyorum?)


Decade (On yıl)

- "This style was popular a decade ago." (Bu stil on yıl önce popülerdi.)


Item (Öğe, eşya)

- "There are several items on the agenda for today's meeting." (Bugünkü toplantının gündeminde birkaç madde var.)


Prior (Önceki)

- "Prior experience is not necessary for this job." (Bu iş için önceki deneyim gerekli değil.)


Range (Aralık, Menzil)

- "The car has a range of 500 kilometers on a single charge." (Arabanın tek bir şarjla 500 kilometre menzili var.)


Construct (İnşa etmek)

- "They plan to construct a new bridge over the river." (Nehrin üzerine yeni bir köprü inşa etmeyi planlıyorlar.)


Chapter (Bölüm)

- "I just finished reading the first chapter of the book." (Kitabın ilk bölümünü okumayı yeni bitirdim.)


Schedule (Program)

- "We need to stick to the schedule." (Programa uymamız gerekiyor.)


Sum (Toplam)

- "The sum of 5 and 7 is 12." (5 ve 7'nin toplamı 12'dir.)


Traditional (Geleneksel)

- "She wears traditional clothing on special occasions." (Özel günlerde geleneksel kıyafetler giyer.)


Assess (Değerlendirmek)

- "It's important to assess the risks before starting a new business." (Yeni bir işe başlamadan önce riskleri değerlendirmek önemlidir.),

 

Hence (Bu yüzden)

- "She has a lot of experience in marketing. Hence, she got the job." (Pazarlama konusunda çok deneyimi var. Bu yüzden işi aldı.)


Distinct (Farklı, belirgin)

- "There are three distinct categories of the product." (Ürünün üç belirgin kategorisi vardır.)


Compute (Hesaplamak)

- "We can use the software to compute the total cost." (Toplam maliyeti hesaplamak için yazılımı kullanabiliriz.)


Benefit (Fayda)

- "The new health program has many benefits." (Yeni sağlık programının birçok faydası var.)


Affect (Etkilemek)

- "The weather can greatly affect your mood." (Hava durumu ruh halinizi büyük ölçüde etkileyebilir.)


Evidence (Kanıt)

- "The lawyer presented evidence to support his argument." (Avukat, argümanını desteklemek için kanıtlar sundu.)


Primary (Birincil, ana)

- "Education is a primary need for every child." (Eğitim, her çocuğun birincil ihtiyacıdır.)


Purchase (Satın almak)

- "She decided to purchase a new car." (Yeni bir araba satın almayı kararlaştırdı.)


Domestic (Yerli, ev içi)

- "Domestic chores take up a lot of my time." (Ev işleri çok zamanımı alıyor.)


Implement (Uygulamak)

- "The new policies will be implemented next month." (Yeni politikalar gelecek ay uygulanacak.)


Annual (Yıllık)

- "The company holds an annual meeting to discuss plans for the following year." (Şirket, gelecek yılki planları tartışmak için yıllık bir toplantı düzenler.)


Alternative (Alternatif)

- "They started looking for alternative solutions to the problem." (Soruna alternatif çözümler aramaya başladılar.)


Factor (Faktör)

- "There are many factors to consider when buying a new home." (Yeni bir ev alırken düşünülmesi gereken birçok faktör var.)


Interpret (Yorumlamak)

- "The judge was asked to interpret the law in a new way." (Hakimden yasayı yeni bir şekilde yorumlaması istendi.)


Structure (Yapı)

- "The structure of the building is very unique." (Binanın yapısı çok benzersiz.)


Concept (Kavram)

- "The concept of freedom is different for everyone." (Özgürlük kavramı herkes için farklıdır.)


Formula (Formül)

- "The scientist discovered a new formula." (Bilim adamı yeni bir formül keşfetti.)


İngilizce upper-intermediate en sık kullanılan kelimeler, Türkçe anlamları ve örnek cümleler





ChatGPT

Upper Intermediate seviyesinde, İngilizce dilinde daha karmaşık yapılar ve ifadeler öğrenmeye başlarsınız. İşte bu seviyeye uygun bazı yaygın İngilizce kelimeler ve bunların cümle içinde kullanım örnekleri:

  1. Accomplish (Başarmak): We need to accomplish our tasks by the end of the day.
    • (Gün sonuna kadar görevlerimizi başarmamız gerekiyor.)
  2. Determine (Belirlemek): The detective was able to determine who the culprit was.
    • (Dedektif suçlunun kim olduğunu belirlemeyi başardı.)
  3. Establish (Kurmak): They aim to establish a new business in this town.
    • (Bu kasabada yeni bir iş kurmayı hedefliyorlar.)
  4. Evaluate (Değerlendirmek): The teacher will evaluate our presentations next week.
    • (Öğretmen gelecek hafta sunumlarımızı değerlendirecek.)
  5. Implement (Uygulamak): The company decided to implement a new marketing strategy.
    • (Şirket yeni bir pazarlama stratejisi uygulama kararı aldı.)
  6. Perceive (Algılamak): He perceives things differently than most people.
    • (O, çoğu kişiden farklı olarak şeyleri algılar.)
  7. Significant (Önemli): There's been a significant increase in the price of goods.
    • (Malların fiyatında önemli bir artış oldu.)
  8. Contribute (Katkıda bulunmak): We should all contribute to the clean-up effort.
    • (Hepimizin temizlik çabasına katkıda bulunmalıyız.)
  9. Relevant (İlgili, Alakalı): Make sure your presentation is relevant to the topic.
    • (Sunumunuzun konuyla ilgili olduğundan emin olun.)
  10. Essential (Hayati, Çok önemli): It's essential to have a good understanding of English grammar.
    • (İngilizce dilbilgisini iyi anlamak hayati önem taşır.)
  11. Consistent (Tutarlı): His behaviour has been very consistent.
    • (Davranışı çok tutarlıydı.)
  12. Efficient (Verimli): The new system is more efficient than the old one.
    • (Yeni sistem, eskisinden daha verimli.)
  13. Prioritize (Önceliklendirmek): You need to prioritize your tasks to be more effective.
    • (Daha etkili olmak için görevlerinizi önceliklendirmeniz gerekiyor.)
  14. Demonstrate (Göstermek): The teacher will demonstrate how to do the experiment.
    • (Öğretmen deneyi nasıl yapacağını gösterecek.)
  15. Acknowledge (Kabul etmek): She acknowledged that she had made a mistake.
    • (Bir hata yaptığını kabul etti.)
  16. Inevitable (Kaçınılmaz): It seems that the increase in the price of petrol is inevitable.
    • (Benzinin fiyatındaki artışın kaçınılmaz olduğu görünüyor.)
  17. Simultaneously (Eş zamanlı olarak): They were all talking simultaneously and it was very noisy.
    • (Hepsi eş zamanlı olarak konuşuyordu ve çok gürültülüydü.)
  18. Substantial (Önemli, ciddi): There has been a substantial change in the company's direction.
    • (Şirketin yönünde önemli bir değişiklik oldu.)
  19. Precise (Kesin): We need precise measurements for the experiment.
    • (Deney için kesin ölçümlere ihtiyacımız var.)
  20. Reluctant (İsteksiz): He was reluctant to accept the truth.
    • (Gerçeği kabul etmekte isteksizdi.)
  21. Acquire (Edinmek): He has acquired a good command of English.
    • (İyi bir İngilizce hakimiyeti edindi.)
  22. Elaborate (Ayrıntılı, karmaşık): He gave a very elaborate explanation of his plan.
    • (Planı hakkında çok ayrıntılı bir açıklama yaptı.)
  23. Preserve (Korumak): We must preserve our natural resources.
    • (Doğal kaynaklarımızı korumalıyız.)
  24. Ambiguous (Belirsiz, çift anlamlı): His speech was somewhat ambiguous.
    • (Konuşması biraz belirsizdi.)
  25. Explicit (Açık, belirgin): He gave me explicit instructions on what to do.
    • (Ne yapmam gerektiği konusunda bana açık talimatlar verdi.)
  26. Underestimate (Hafife almak): Never underestimate the power of a good education.
    • (İyi bir eğitimin gücünü asla hafife almayın.)
  27. Neglect (İhmal etmek): We must not neglect our health.
    • (Sağlığımızı ihmal etmemeliyiz.)
  28. Diminish (Azaltmak): We need to diminish our spending.
    • (Harcamalarımızı azaltmamız gerekiyor.)
  29. Fluctuate (Dalgalanmak): The stock market can fluctuate rapidly.
    • (Hisse senedi piyasası hızla dalgalanabilir.)
  30. Simulate (Taklit etmek, simülasyon yapmak): The computer program simulates a real-life situation.
    • (Bilgisayar programı gerçek bir durumu simüle eder.)
  31. Emphasize (Vurgulamak): The importance of daily exercise is often emphasized by doctors.
    • (Doktorlar genellikle günlük egzersizin önemini vurgularlar.)
  32. Constrain (Kısıtlamak): Lack of funds has been a major constraint on the project's progress.
    • (Fon eksikliği, projenin ilerlemesi üzerinde büyük bir kısıtlama olmuştur.)
  33. Enhance (Artırmak, geliştirmek): Reading regularly will enhance your vocabulary.
    • (Düzenli okumak kelime dağarcığınızı artıracaktır.)
  34. Refine (Araştırmak, geliştirmek): She needs to refine her research skills.
    • (Araştırma becerilerini geliştirmesi gerekiyor.)
  35. Perpetuate (Sürdürmek): The media has the power to perpetuate stereotypes.
    • (Medyanın, stereotipleri sürdürme gücü vardır.)
  36. Inherent (Doğuştan gelen, öz): There are inherent risks in starting a new business.
    • (Yeni bir iş başlatmada doğuştan gelen riskler vardır.)
  37. Coherent (Tutarlı, uyumlu): He presented a coherent argument in his essay.
    • (Kompozisyonunda tutarlı bir argüman sundu.)
  38. Exceed (Aşmak, geçmek): The final cost of the project exceeded our initial estimates.
    • (Projenin son maliyeti, ilk tahminlerimizi aştı.)
  39. Adhere (Uymak, yapışmak): It's important to adhere to the guidelines.
    • (Yönergeleri takip etmek önemlidir.)
  40. Presume (Varsaymak): We can't presume that she will agree with us.
    • (Onun bizimle aynı fikirde olacağını varsayamayız.)
  41. Flourish (Gelişmek, büyümek): With the right care, these plants will flourish.
    • (Doğru bakımla bu bitkiler gelişecek.)
  42. Assess (Değerlendirmek): We need to assess the situation before making a decision.
    • (Bir karar vermeden önce durumu değerlendirmemiz gerekiyor.)
  43. Verify (Doğrulamak): Can you verify the accuracy of this information?
    • (Bu bilginin doğruluğunu doğrulayabilir misiniz?)
  44. Allocate (Ayrıtmak): They will allocate funds for the development of the project.
    • (Projeyi geliştirmek için fon ayıracaklar.)
  45. Cooperate (İşbirliği yapmak): We must cooperate to complete this task efficiently.
    • (Bu görevi etkin bir şekilde tamamlamak için işbirliği yapmalıyız.)
  46. Simultaneously (Aynı anda): We need to handle multiple tasks simultaneously.
    • (Aynı anda birden çok görevi ele almalıyız.)
  47. Reveal (Açığa çıkarmak): The investigation will reveal the truth.
    • (Soruşturma gerçeği ortaya çıkaracak.)
  48. Precise (Kesin): We need a precise measurement for this recipe.
    • (Bu tarif için kesin bir ölçüm gerekiyor.)
  49. Obtain (Elde etmek): You need to work hard to obtain good results.
    • (İyi sonuçlar elde etmek için çok çalışmalısınız.)
  50. Interpret (Yorumlamak): Can you interpret these results for me?
    • (Bu sonuçları benim için yorumlar mısın?)
  51. Identify (Tanımlamak, belirlemek): It's important to identify your strengths and weaknesses.
    • (Güçlü ve zayıf yönlerinizi belirlemek önemlidir.)
  52. Compete (Yarışmak): Several companies are competing for the contract.
    • (Birkaç şirket sözleşme için yarışıyor.)
  53. Innovate (Yenilik yapmak): Companies need to innovate to stay ahead of their competitors.
    • (Şirketlerin rakiplerinin önünde kalabilmek için yenilik yapmaları gerekiyor.)
  54. Eliminate (Elimine etmek): We need to eliminate any potential risks.
    • (Herhangi bir potansiyel riski elimine etmemiz gerekiyor.)
  55. Modify (Değiştirmek, düzeltmek): You may need to modify your plan.
    • (Planınızı değiştirmeniz gerekebilir.)
  56. Retain (Tutmak, korumak): The company is struggling to retain its employees.
    • (Şirket, çalışanlarını tutmakta zorlanıyor.)
  57. Sustain (Sürdürmek): It's difficult to sustain this level of work without any breaks.
    • (Hiç mola vermeden bu seviyede çalışmayı sürdürmek zor.)
  58. Withdraw (Çekilmek, geri çekilmek): The company decided to withdraw its product from the market.
    • (Şirket, ürününü piyasadan çekme kararı aldı.)
  59. Negotiate (Müzakere etmek): They are negotiating a new contract.
    • (Yeni bir sözleşme müzakere ediyorlar.)
  60. Persuade (İkna etmek): He tried to persuade her to stay.
    • (Onu kalması için ikna etmeye çalıştı.)
  61. Validate (Doğrulamak): We need to validate these results before we can proceed.
    • (İlerleyebilmemiz için bu sonuçları doğrulamamız gerekiyor.)
  62. Distinguish (Ayırt etmek): It's important to distinguish between fact and opinion.
    • (Gerçek ve fikir arasındaki farkı ayırt etmek önemlidir.)
  63. Interact (Etkileşimde bulunmak): Children learn by interacting with each other.
    • (Çocuklar birbirleriyle etkileşimde bulunarak öğrenirler.)
  64. Implement (Uygulamak): We need to implement these changes as soon as possible.
    • (Bu değişiklikleri mümkün olan en kısa sürede uygulamamız gerekiyor.)
  65. Collaborate (İşbirliği yapmak): We will need to collaborate with other departments to solve this problem.
    • (Bu problemi çözmek için diğer bölümlerle işbirliği yapmamız gerekecek.)
  66. Overcome (Üstesinden gelmek): We have many challenges to overcome.
    • (Üstesinden gelmemiz gereken birçok zorluk var.)
  67. Motivate (Motive etmek): Good leaders know how to motivate their teams.
    • (İyi liderler, ekiplerini nasıl motive edeceklerini bilirler.)
  68. Compensate (Telafi etmek): Nothing can compensate for the loss of a loved one.
    • (Sevilen bir kişinin kaybını hiçbir şey telafi edemez.)
  69. Justify (Haklı çıkarmak, gerekçelendirmek): You will need to justify your decision.
    • (Kararınızı gerekçelendirmeniz gerekecek.)
  70. Endure (Dayanmak, katlanmak): She had to endure a long wait before hearing the news.
    • (Haberleri duymadan önce uzun bir bekleyişe katlanmak zorunda kaldı.)
  71. Restrict (Kısıtlamak): The government may restrict travel to certain countries.
    • (Hükümet, belirli ülkelere yapılan seyahatleri kısıtlayabilir.)
  72. Comply (Uymak): We must comply with the rules and regulations.
    • (Kurallara ve düzenlemelere uymalıyız.)
  73. Evaluate (Değerlendirmek): We need to evaluate the effectiveness of this method.
    • (Bu yöntemin etkinliğini değerlendirmemiz gerekiyor.)
  74. Commence (Başlamak): The meeting will commence at 10 a.m.
    • (Toplantı saat 10'da başlayacak.)
  75. Enhance (Artırmak, iyileştirmek): We need to enhance our marketing strategies to attract more customers.
    • (Daha fazla müşteri çekmek için pazarlama stratejilerimizi geliştirmemiz gerekiyor.)
  76. Merge (Birleşmek): Two major companies decided to merge.
    • (İki büyük şirket birleşmeye karar verdi.)
  77. Deviate (Sapmak, yoldan çıkmak): We should not deviate from our original plan.
    • (Orijinal planımızdan sapmamalıyız.)
  78. Consolidate (Güçlendirmek, sağlamlaştırmak): We need to consolidate our efforts to achieve our goals.
    • (Hedeflerimize ulaşmak için çabalarımızı güçlendirmemiz gerekiyor.)
  79. Dedicate (Adamak): She dedicated her life to helping others.
    • (Hayatını başkalarına yardım etmeye adadı.)
  80. Exploit (Faydalanmak, sömürmek): We need to exploit our resources more efficiently.
    • (Kaynaklarımızdan daha etkin bir şekilde yararlanmamız gerekiyor.)
  81. Fluctuate (Dalgalanmak, değişmek): The stock market can fluctuate greatly in a single day.
    • (Borsa, tek bir günde büyük ölçüde dalgalanabilir.)
  82. Diminish (Azalmak, eksilmek): The company's profits have been diminishing over the past year.
    • (Şirketin karları geçen yıl boyunca azalmıştır.)
  83. Contradict (Çelişmek, karşı çıkmak): His statement contradicts the facts.
    • (Onun ifadesi, gerçeklerle çelişiyor.)
  84. Persist (Israr etmek, sürdürmek): If symptoms persist, consult a doctor.
    • (Belirtiler devam ederse bir doktora başvurun.)
  85. Accelerate (Hızlandırmak): The company is trying to accelerate its growth.
    • (Şirket, büyümesini hızlandırmaya çalışıyor.)
  86. Integrate (Entegre etmek, bütünleştirmek): We need to better integrate technology into our workflow.
    • (Teknolojiyi iş akışımıza daha iyi entegre etmemiz gerekiyor.)
  87. Prohibit (Yasaklamak): Smoking is prohibited in this area.
    • (Bu alanda sigara içmek yasaktır.)
  88. Underestimate (Hafife almak, küçümsemek): Never underestimate the power of a good education.
    • (Bir iyi eğitimin gücünü asla küçümsemeyin.)
  89. Generate (Üretmek, oluşturmak): The new policy will generate a lot of debate.
    • (Yeni politika çok tartışma oluşturacak.)
  90. Simulate (Taklit etmek, simülasyonunu yapmak): Pilots train using flight simulators to simulate real flight conditions.
    • (Pilotlar, gerçek uçuş koşullarını simüle etmek için uçuş simülatörlerini kullanarak eğitim alırlar.)
  91. Facilitate (Kolaylaştırmak): The new program will facilitate the process of applying for a visa.
    • (Yeni program, vize başvurusu sürecini kolaylaştıracak.)
  92. Inhibit (Engel olmak, inhibe etmek): Lack of sleep can inhibit your ability to focus.
    • (Uyku eksikliği, odaklanma yeteneğinizi engelleyebilir.)
  93. Formulate (Formülize etmek, bir formülle ifade etmek): The scientist took years to formulate the theory.
    • (Bilim insanının teoriyi formülleştirmesi yıllar aldı.)
  94. Optimize (En iyi hale getirmek, optimize etmek): We are working to optimize our system for better performance.
    • (Sistemimizi daha iyi performans için optimize etmek için çalışıyoruz.)
  95. Correlate (İlişkilendirmek, bağlantı kurmak): There's a direct correlation between the amount of time spent studying and exam scores.
    • (Çalışılan zaman miktarı ve sınav puanları arasında doğrudan bir ilişki vardır.)
  96. Precipitate (Hızlandırmak, sebep olmak): The resignation of the director precipitated a crisis within the company.
    • (Direktörün istifası, şirket içinde bir krize sebep oldu.)
  97. Amplify (Yükseltmek, artırmak): The system can amplify the smallest sounds.
    • (Sistem, en küçük sesleri bile yükseltebilir.)
  98. Differentiate (Ayırt etmek): It's important to differentiate between these two concepts.
    • (Bu iki kavram arasında ayırt etmek önemlidir.)
  99. Consolidate (Birleştirmek, sağlamlaştırmak): The company consolidated its assets to strengthen its financial standing.
    • (Şirket, finansal duruşunu güçlendirmek için varlıklarını birleştirdi.)
  100. Obstruct (Engellemek, tıkamak): A fallen tree is obstructing the road. (Devrilen bir ağaç, yolu tıkıyor.)
  101. Incentivize (Teşvik etmek): The company is trying to incentivize employees with a bonus system.- (Şirket, bir bonus sistemi ile çalışanları teşvik etmeye çalışıyor.)
  102. Saturate (Doyurmak): The market is already saturated with similar products.- (Pazar, benzer ürünlerle zaten doyurulmuş durumda.)
  103. Deem (Düşünmek, kabul etmek): The action was deemed inappropriate.- (Eylem, uygunsuz olarak kabul edildi.)
  104. Deter (Caydırmak): High prices are deterring many customers from buying.- (Yüksek fiyatlar, birçok müşteriyi satın almaktan caydırıyor.)
  105. Emanate (Yayılmak): A strong sense of peace emanated from him.- (Onun içinden güçlü bir huzur duygusu yayılıyordu.)
  106. Infringe (İhlal etmek): You infringed my copyright by using my book's title.- (Kitabımın başlığını kullanarak telif hakkımı ihlal ettin.)
  107. Propagate (Yaymak): The organization works to propagate human rights.- (Organizasyon, insan haklarını yaymak için çalışıyor.)
  108. Reiterate (Tekrar etmek): Let me reiterate the importance of this decision.- (Bu kararın önemini tekrarlayayım.)
  109. Subsidize (Desteklemek): The government is subsidizing renewable energy projects.- (Hükümet, yenilenebilir enerji projelerini destekliyor.)
  110. Exacerbate (Köyüleştirmek, şiddetlendirmek): Smoking can exacerbate health problems.- (Sigara, sağlık sorunlarını kötüleştirebilir.)
  111. Anticipate (Öngörmek, beklemek): We anticipate that prices will rise next year.- (Gelecek yıl fiyatların yükseleceğini öngörüyoruz.)
  112. Endorse (Onaylamak, desteklemek): The famous actor endorsed the product in a commercial.- (Ünlü aktör, bir reklamda ürünü onayladı.)
  113. Jeopardize (Risk atmak, tehlikeye atmak): Don't jeopardize your health by smoking.- (Sağlığınızı sigara içerek tehlikeye atmayın.)
  114. Outsource (Dış kaynak kullanmak): Many companies choose to outsource their customer service.- (Birçok şirket, müşteri hizmetlerini dış kaynak kullanmayı tercih eder.)
  115. Undermine (Zayıflatmak, baltalamak): Constant criticism can undermine a person's self-confidence.- (Sürekli eleştiri, bir kişinin özgüvenini zayıflatabilir.)
  116. Diversify (Çeşitlendirmek): It's important to diversify your investment portfolio.- (Yatırım portföyünüzü çeşitlendirmek önemlidir.)
  117. Overwhelm (Baskı yapmak, boğmak): She was overwhelmed by the amount of work she had to do.- (Yapması gereken iş miktarı tarafından boğuldu.)
  118. Revitalize (Canlandırmak): The city has plans to revitalize the downtown area.- (Şehir, şehir merkezi bölgesini canlandırma planlarına sahip.)
  119. Stereotype (Kalıpyargı): We need to break down gender stereotypes.- (Cinsiyet kalıpyargılarını yıkmamız gerekiyor.)
  120. Exemplify (Örnek oluşturmak): Her work exemplifies the qualities of good journalism.- (Onun işi, iyi gazeteciliğin niteliklerini örneklendirir.)
  121. Legitimize (Meşrulaştırmak): The new policy legitimizes the actions previously considered illegal.
  122. - (Yeni politika, önceden yasadışı olarak kabul edilen eylemleri meşrulaştırıyor.)
  123. Revamp (Yenilemek, revize etmek): The company decided to revamp its image to attract younger customers.
  124. - (Şirket, daha genç müşterileri çekmek için imajını yenilemeye karar verdi.)
  125. Embellish (Süslemek, güzelleştirmek): She has a tendency to embellish the truth.- (Gerçeği süsleme eğiliminde.)
  126. Manipulate (Manipüle etmek): Advertisers often manipulate consumers' desires to sell products.- (Reklamcılar, genellikle ürün satmak için tüketicilerin arzularını manipüle ederler.)
  127. Alienate (Yabancılaştırmak): His behavior has alienated many of his friends.- (Davranışı, birçok arkadaşını yabancılaştırdı.)
  128. Decipher (Şifre çözmek, anlamını çözmek): Archaeologists are still trying to decipher the ancient scripts.- (Arkeologlar hala eski yazıların anlamını çözmeye çalışıyor.)
  129. Elaborate (Ayrıntılı bir şekilde açıklamak): Can you elaborate on your previous statement?- (Önceki ifadenizi ayrıntılı bir şekilde açıklar mısınız?)
  130. Migrate (Göç etmek): Many birds migrate south for the winter.- (Birçok kuş kış için güneye göç eder.)
  131. Alleviate (Hafifletmek): The medicine should alleviate your symptoms.- (İlaç, belirtilerinizi hafifletmelidir.)
  132. Detract (Küçümsemek, değerini düşürmek): Don't let minor errors detract from the overall quality of your work.- (Küçük hataların, işinizin genel kalitesinden çalmamasına izin vermeyin.)
  133. Proliferate (Çoğalmak, yayılmak): Fake news proliferates on social media.- (Sahte haberler sosyal medyada yayılıyor.)
  134. Collaborate (İşbirliği yapmak): We're collaborating with other research groups on this project.- (Bu projede diğer araştırma gruplarıyla işbirliği yapıyoruz.)
  135. Exploit (Sömürmek, faydalanmak): Some companies exploit their workers by paying them very low wages.- (Bazı şirketler, çalışanlarına çok düşük ücret ödeyerek onları sömürür.)
  136. Innovate (Yenilik yapmak): Companies need to innovate in order to stay competitive.- (Şirketlerin rekabetçi kalabilmek için yenilik yapmaları gerekiyor.)
  137. Reconcile (Uzlaştırmak, barıştırmak): It's hard to reconcile his earlier statements with his recent actions.- (Önceki ifadelerini, son eylemleriyle uzlaştırmak zordur.)
  138. Complement (Tamamlamak): This wine complements the flavors of the food very well.- (Bu şarap, yemeğin lezzetlerini çok iyi tamamlıyor.)
  139. Extinguish (Söndürmek): Firefighters worked to extinguish the flames.- (İtfaiyeciler, alevleri söndürmek için çalıştılar.)
  140. Integrate (Bütünleştirmek, entegre etmek): We're working to integrate the new system with the existing one.- (Yeni sistemle mevcut olanı bütünleştirmek için çalışıyoruz.)
  141. Refine (Araştırmak, geliştirmek): She's spent years refining her technique.- (Tekniğini geliştirmek için yıllarını harcadı.)
  142. Conform (Uymak, uyuşmak): You must conform to the rules.- (Kurallara uymalısın.)
  143. Eradicate (Kökünü kurutmak, tamamen ortadan kaldırmak): There is an international effort to eradicate polio.- (Çocuk felcini ortadan kaldırmak için uluslararası bir çaba var.)
  144. Intercept (Engellemek, önlemek): The police intercepted the stolen goods before they left the country.- (Polis, çalınan malları ülke dışına çıkmadan önce engelledi.)
  145. Reinforce (Güçlendirmek, desteklemek): The study reinforces the idea that eating a balanced diet is beneficial.- (Çalışma, dengeli bir diyet yemenin yararlı olduğu fikrini güçlendirir.)
  146. Consolidate (Güçlendirmek, sağlamlaştırmak): The company plans to consolidate its position in the market.- (Şirket, piyasadaki konumunu sağlamlaştırmayı planlıyor.)
  147. Fabricate (Uydurmak, yapmak): The witness was accused of fabricating the story.- (Tanık, hikayeyi uydurmakla suçlandı.)
  148. Intrigue (Merak uyandırmak, ilgisini çekmek): The mysterious symbol intrigued the archaeologists.- (Gizemli sembol, arkeologların ilgisini çekti.)
  149. Reiterate (Tekrar etmek, yenilemek): Let me reiterate that we are dedicated to providing quality service.- (Kaliteli hizmet sağlama konusunda kararlı olduğumuzu tekrar edeyim.)
  150. Contradict (Çelişmek, karşı çıkmak): His statement contradicts the facts.- (Beyanı, gerçeklerle çelişiyor.)
  151. Fascinate (Büyülemek, etkilemek): The idea of space travel has always fascinated me.- (Uzay yolculuğu fikri, beni her zaman büyüledi.)
  152. Intimidate (Gözdağı vermek, korkutmak): Bullies try to intimidate others into doing what they want.- (Zorba kişiler, başkalarını istediklerini yapmaya korkutarak zorlar.)
  153. Perceive (Algılamak, farkına varmak): Some people perceive him as arrogant, but I think he's just confident.- (Bazı insanlar onu kibirli olarak algılıyor, ama bence o sadece kendinden emin.)
  154. Deduce (Sonuç çıkarmak): Based on the evidence, the detective deduced that the butler was the murderer.- (Kanıtlara dayanarak, dedektif hizmetçinin katil olduğunu sonuç çıkardı.)
  155. Navigate (Yolunu bulmak, yönlendirmek): With a good map, you can navigate the city easily.- (İyi bir harita ile şehirde kolayca yolunuzu bulabilirsiniz.)
  156. Provoke (Kışkırtmak, tahrik etmek): His comments provoked a lot of anger.- (Yorumları çok fazla öfke uyandırdı.)
  157. Depict (Tanımlamak, betimlemek): The painting depicts a beautiful sunset over the mountains.- (Resim, dağların üzerinde güzel bir gün batımını betimliyor.)
  158. Negotiate (Pazarlık etmek): They are in the process of negotiating a new contract.- (Yeni bir sözleşme pazarlığı sürecindeler.)
  159. Pursue (Sürdürmek, takip etmek): He decided to pursue a career in medicine.- (Tıp alanında bir kariyer sürdürmeye karar verdi.)
  160. Deter (Caydırmak, vazgeçirmek): High prices are deterring many people from buying houses.- (Yüksek fiyatlar birçok kişiyi ev satın almaktan caydırıyor.)
  161. Normalize (Normalleştirmek): We need to normalize talking about mental health.- (Mental sağlık hakkında konuşmayı normalleştirmemiz gerekiyor.)
  162. Restrict (Kısıtlamak): The government has restricted travel due to the pandemic.- (Hükümet, pandemi nedeniyle seyahati kısıtladı.)
  163. Subsidize (Desteklemek, sübvanse etmek): The government subsidizes renewable energy projects.- (Hükümet, yenilenebilir enerji projelerini sübvanse ediyor.)
  164. Diversify (Çeşitlendirmek): It's wise to diversify your investment portfolio.- (Yatırım portföyünüzü çeşitlendirmek akıllıcadır.)
  165. Obligate (Zorunlu kılmak): The contract obligates you to fulfill certain conditions.- (Sözleşme, belirli koşulları yerine getirmenizi zorunlu kılar.)
  166. Revitalize (Canlandırmak, yeniden hayat vermek): The project aims to revitalize the city center.- (Proje, şehir merkezini canlandırmayı amaçlıyor.)
  167. Disrupt (Bozmak, kesintiye uğratmak): The strike could disrupt train services.- (Grev, tren hizmetlerini aksatabilir.)
  168. Observe (Gözlemlemek): Scientists observe the behavior of animals in their natural habitats.- (Bilim insanları, hayvanların doğal yaşam alanlarındaki davranışlarını gözlemler.)
  169. Revise (Gözden geçirmek): You need to revise your essay before submitting it.- (Teslim etmeden önce kompozisyonunuzu gözden geçirmeniz gerekiyor.)
  170. Dissipate (Dağıtmak, yok etmek): The morning sun dissipated the fog.- (Sabah güneşi sisleri dağıttı.)
  171. Obstruct (Engel olmak): A fallen tree is obstructing the road.- (Düşen bir ağaç yolu engelliyor.)
  172. Revolt (İsyan etmek): The people revolted against the corrupt government.- (İnsanlar, yozlaşmış hükümete karşı isyan etti.
  173. Distinguish (Ayırt etmek): It's important to distinguish between business and personal expenses.- (İş ve kişisel harcamalar arasındaki farkı belirlemek önemlidir.)
  174. Optimize (En iyi hale getirmek, optimize etmek): We need to optimize our use of natural resources.- (Doğal kaynaklarımızı en iyi şekilde kullanmamız gerekiyor.)
  175. Safeguard (Koruma, güvenliği sağlama): These measures are intended to safeguard the public.- (Bu önlemler, halkı korumayı amaçlamaktadır.)
  176. Divert (Yönlendirmek, başka bir yöne çevirmek): Traffic will be diverted due to construction work.- (Trafik, inşaat çalışmaları nedeniyle başka bir yöne yönlendirilecektir.)
  177. Overcome (Üstesinden gelmek): She had to overcome many obstacles to achieve her goals.- (Hedeflerine ulaşmak için birçok engelin üstesinden gelmek zorunda kaldı.)
  178. Saturate (Doyurmak): The market is saturated with similar products.- (Piyasa, benzer ürünlerle doyurulmuştur.)
  179. Dominate (Hükmetmek, egemen olmak): One company dominates the market.- (Bir şirket piyasaya hakim.)
  180. Overestimate (Fazla tahmin etmek): We overestimated how long the project would take.- (Projeyi ne kadar süreceğini fazla tahmin ettik.)
  181. Simplify (Basitleştirmek): We need to simplify the process for customers.- (Müşteriler için süreci basitleştirmemiz gerekiyor.)
  182. Duplicate (Kopyasını yapmak): Please duplicate the document and send it to all members.- (Lütfen belgenin bir kopyasını yapın ve tüm üyelere gönderin.)
  183. Elaborate (Ayrıntılı, detaylı): She gave a very elaborate explanation.- (Çok ayrıntılı bir açıklama yaptı.)
  184. Outweigh (Ağır basmak): The benefits of this decision outweigh the drawbacks.- (Bu kararın faydaları, dezavantajlarını ağırbasır.)
  185. Stagnate (Durgunlaşmak): The economy has begun to stagnate.- (Ekonomi durgunlaşmaya başladı.)
  186. Elevate (Yükseltmek): His performance in the movie elevated him to stardom.- (Filmdeki performansı onu starlığa yükseltti.)
  187. Oversimplify (Aşırı basitleştirmek): Don't oversimplify the issue—it's more complex than you think.- (Sorunu aşırı derecede basitleştirme - düşündüğünden daha karmaşık.)
  188. Standardize (Standartlaştırmak): The company needs to standardize its processes.- (Şirketin süreçlerini standartlaştırması gerekiyor.)
  189. Empower (Yetki vermek, güçlendirmek): Our goal is to empower youth through education.- (Amacımız, eğitim aracılığıyla gençleri güçlendirmektir.)
  190. Paradox (Paradoks, çelişkili durum): It's a paradox that those who need help the most often ask for it the least.- (En çok yardıma ihtiyacı olanların genellikle en az yardım istemesi bir paradokstur.)
  191. Strive (Çabalamak): We must strive to improve our performance.- (Performansımızı iyileştirmek için çabalamalıyız.)
  192. Endorse (Desteklemek, onaylamak): The product is endorsed by many celebrities.- (Ürün, birçok ünlü tarafından desteklenmektedir.)
  193. Exploit (Sömürmek, yararlanmak): Some companies exploit their workers by paying them very little.- (Bazı şirketler, çalışanlarına çok az maaş ödeyerek onları sömürür.)
  194. Perceive (Algılamak, farkına varmak): I perceive a certain sadness in his poetry.- (Şiirlerinde belirli bir hüzün algılıyorum.)
  195. Extinguish (Söndürmek): Firefighters worked to extinguish the blaze.- (İtfaiyeciler, alevleri söndürmek için çalıştı.)
  196. Substitute (Yerine geçmek, vekil): Can you substitute for me at the meeting?(Toplantıda benim yerime geçebilir misin?)
  197. Extrapolate (Sonuç çıkarmak, tahminde bulunmak): We can extrapolate the future trend from the current data.- (Gelecek eğilimi, mevcut verilerden çıkarabiliriz.)
  198. Pioneer (Öncü olmak): She was a pioneer in the field of biochemistry.- (O, biyokimya alanında bir öncüydü.)
  199. Suppress (Bastırmak, önlemek): The government tried to suppress the news.- (Hükümet, haberleri bastırmaya çalıştı.)
  200. Fabricate (Uydurmak, yapmak): He was accused of fabricating evidence. (Delil uydurmakla suçlandı.)

Rastgele İçerik

© tüm hakları saklıdır
made with by templateszoo