Sistem Dizayn etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sistem Dizayn etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İlişkisel Veritabanlarında ACID prensibini, isolation düzeylerini, kilit mekanizmalarını bir aptala anlatır gibi detaylı anlatır mısın?






Tabii ki! İlişkisel veritabanlarında "ACID" prensibi, veritabanının güvenilir ve sağlam olmasını sağlamak için tasarlanmış dört temel kavramı ifade eder. Bu kavramları basit bir şekilde anlatmak gerekirse:


Atomicity (Atomiklik): Bir işlem ya tamamen gerçekleşir ya da hiç gerçekleşmez. Bir işlem sırasında hata oluşursa, işlemin başlangıcına geri dönülür ve hiçbir değişiklik yapılmamış gibi olur. Mesela, bir banka transferi düşünün. Para gönderen hesaptan çıkarılır ve alıcıya eklenir. Eğer işlemin herhangi bir aşamasında hata oluşursa, hiçbir hesap değişmez.


Consistency (Tutarlılık): Veritabanı her zaman belirli bir tutarlılık kurallarına uymalıdır. İşlemler, bu kuralları bozmadan gerçekleşmelidir. Örneğin, bir kişinin banka hesabındaki bakiye asla negatif olamaz. Eğer bir transfer işlemi bu kuralı bozacaksa, işlem gerçekleşmez.


Isolation (İzolasyon): Birden fazla işlem aynı anda gerçekleştiğinde, bu işlemlerin birbirini etkilememesi gerekir. Yani her işlem, diğer işlemlerden bağımsız olarak çalışır. Örnek olarak, iki kişinin aynı anda aynı ürünü satın alması durumunda, her iki işlem de birbirinden bağımsız olarak gerçekleşir ve stok durumu doğru bir şekilde güncellenir.


Durability (Kalıcılık): Bir işlem tamamlandıktan sonra, yapılan değişiklikler kalıcıdır. Hatta sistemde bir arıza bile olsa, işlemin sonuçları kaybolmaz. Örneğin, bir banka transferi tamamlandıktan sonra, bu transfer bilgileri veritabanında kalıcı olarak saklanır ve güç kesintisi gibi durumlarda bile kaybolmaz.


Bu prensipler, veritabanlarının güvenli ve hatasız bir şekilde çalışmasını sağlar. Her biri, veritabanı işlemlerinin doğru ve güvenilir olmasını garantilemek için önemlidir.


Şimdi bir profosyonele anlatır gibi anlat

Tabii, profesyonel bir bakış açısıyla İlişkisel Veritabanlarındaki ACID prensiplerine daha derinlemesine bir göz atalım:


Atomicity (Atomiklik): Atomiklik, işlemlerin bölünmez ve bütünsel olduğu anlamına gelir. Bu, bir işlem dizisinin tüm adımlarının başarıyla tamamlanması veya hiçbir adımın uygulanmaması gerektiğini belirtir. Bu özellik, özellikle işlem sırasında oluşabilecek hatalar veya sistem arızaları durumunda kritik öneme sahiptir. Atomiklik, işlem günlüğü (transaction log) mekanizmaları ve geri alma (rollback) işlemleriyle sağlanır. Bu sayede, bir işlem sırasında oluşan herhangi bir hata durumunda, işlemin başladığı noktaya güvenilir bir şekilde geri dönülebilir.


Consistency (Tutarlılık): Tutarlılık, veritabanı durumunun her zaman belirli bir tutarlılık seti kurallarına uymasını gerektirir. İşlemler, bu kuralları koruyarak gerçekleşmelidir. Örneğin, veri bütünlüğü kısıtlamaları, veri tipi kısıtlamaları ve iş kuralları, bu tutarlılığı sağlamak için kullanılır. Bir işlem başladığında ve tamamlandığında, veritabanının tüm bütünlük kurallarına uygun olması gerekir. Bu, veritabanı şeması ve uygulama seviyesindeki kısıtlamalarla sağlanır.


Isolation (İzolasyon): İzolasyon, eşzamanlı olarak gerçekleşen işlemlerin birbirlerini etkilememesini sağlar. Bu, veritabanı sistemlerinde eş zamanlılık kontrolü (concurrency control) mekanizmaları aracılığıyla gerçekleştirilir. İzolasyon seviyeleri (Read Uncommitted, Read Committed, Repeatable Read, Serializable gibi) farklı düzeylerde izolasyon sağlar. Bu seviyeler, işlemlerin birbirleri üzerindeki görünürlüğünü ve etkileşimini kontrol eder. İzolasyonun doğru bir şekilde yönetilmesi, fantom okumalar (phantom reads), kirli okumalar (dirty reads) ve tekrarlanabilir olmayan okumalar (non-repeatable reads) gibi istenmeyen durumların önlenmesinde önemlidir.


Durability (Kalıcılık): Kalıcılık, onaylanmış işlemlerin sonuçlarının kalıcı olmasını sağlar. Sistemde bir arıza olması durumunda bile, onaylanmış işlemler kaybolmaz veya bozulmaz. Bu, genellikle yazma öncesi ve yazma sonrası günlükler (write-ahead logging, WAL) ve düzenli veritabanı yedeklemeleri ile sağlanır. Bu sayede, sistem hataları, güç kesintileri veya diğer beklenmedik durumlar sonrasında bile veritabanının bütünlüğü korunabilir.


Bu dört prensip, veritabanı yönetim sistemlerinin (DBMS) güvenilir, tutarlı ve hataya dayanıklı olmasını sağlamak için birlikte çalışır. Modern veritabanı sistemleri, bu prensipleri uygulayarak verilerin bütünlüğünü ve güvenliğini korur, böylece karmaşık ve kritik iş uygulamaları için güvenilir bir temel oluştururlar.


Isolation (İzolasyon): İzolasyon, eşzamanlı olarak gerçekleşen işlemlerin birbirlerini etkilememesini sağlar. Bu, veritabanı sistemlerinde eş zamanlılık kontrolü (concurrency control) mekanizmaları aracılığıyla gerçekleştirilir. İzolasyon seviyeleri (Read Uncommitted, Read Committed, Repeatable Read, Serializable gibi) farklı düzeylerde izolasyon sağlar. Bu seviyeler, işlemlerin birbirleri üzerindeki görünürlüğünü ve etkileşimini kontrol eder. İzolasyonun doğru bir şekilde yönetilmesi, fantom okumalar (phantom reads), kirli okumalar (dirty reads) ve tekrarlanabilir olmayan okumalar (non-repeatable reads) gibi istenmeyen durumların önlenmesinde önemlidir. Burayı bir aptala anlatır gibi anlatır mısın?


Tabii, "İzolasyon" kavramını daha basit bir şekilde anlatalım:


Düşünün ki bir marketteysiniz ve aynı anda birkaç kişi alışveriş yapıyor. Herkesin sepetinde farklı ürünler var ve herkes aynı anda ödeme yapmak istiyor. İşte burada marketin kasası, her müşteriyi ayrı ayrı işlemesi gereken bir veritabanı gibidir.


Veritabanında "İzolasyon", bu müşterilerin birbirlerinin alışverişlerine karışmamasını sağlar. Yani bir kişi ödeme yaparken, başka bir kişinin alışverişinin bu işlemi etkilememesi gerekiyor. Bu, marketteki herkesin rahat ve karışıklıksız alışveriş yapabilmesi için çok önemli.


Veritabanlarında da durum benzer. Birden fazla işlem aynı anda gerçekleştiğinde, bu işlemlerin birbirini etkilememesi gerekir. İşte burada devreye farklı "İzolasyon Seviyeleri" giriyor. Bu seviyeler, veritabanında aynı anda gerçekleşen işlemlerin birbirini ne kadar etkileyebileceğini belirler.


Örnekler:


Read Uncommitted: Bu, marketteki herkesin başkalarının sepetine bakıp ne aldıklarını görebileceği anlamına gelir. Böylece, bir kişi bir ürünü sepetine koyduğunda, başka bir kişi bu ürünün sepete konulduğunu görebilir.


Read Committed: Bu seviyede, bir kişi sadece diğer müşterinin ödemesini tamamladıktan sonra sepetindeki ürünleri görebilir. Yani, bir ürün ancak ödeme işlemi tamamlandıktan sonra diğer müşteriler tarafından görülebilir.


Repeatable Read: Burada, bir müşteri alışverişe başladığında, diğer müşterilerin sepetlerinde ne olduğunu göremez ve alışveriş süresince bu böyle kalır. Yani, bir kişi alışveriş yaparken, diğerlerinin sepetindeki ürünlerde olan değişikliklerden etkilenmez.


Serializable: Bu en katı seviye. Burada, her müşterinin alışverişi tamamen bağımsız olarak gerçekleşir ve hiçbir şekilde birbiriyle çakışmaz. Bu, sanki markette her seferinde sadece bir müşteri alışveriş yapıyormuş gibi bir durum yaratır.


Her bir izolasyon seviyesi, veritabanında işlemlerin nasıl yönetileceğini ve birbirlerini nasıl etkileyeceğini belirler. Bu, veritabanının düzgün çalışması ve veri bütünlüğünün korunması için çok önemlidir.


Bir veritabanı isolation seviyesini baştan seçip tüm transactionlarını buna göre mi yapar?


Veritabanlarında izolasyon seviyesi seçimi genellikle iki şekilde yapılabilir: varsayılan (default) seviye olarak belirleme veya her bir işlem (transaction) için ayrı ayrı belirleme.


Varsayılan İzolasyon Seviyesi: Veritabanı yönetim sistemi (DBMS), tüm işlemler için kullanılacak varsayılan bir izolasyon seviyesi belirleyebilir. Bu seviye, veritabanının genel ayarlarında veya konfigürasyonunda tanımlanır. Örneğin, bir veritabanı yöneticisi, sistemdeki tüm işlemler için "Read Committed" izolasyon seviyesini varsayılan olarak ayarlayabilir. Bu durumda, özel bir ayar yapılmadıkça, tüm işlemler bu izolasyon seviyesinde çalışır.


İşlem Bazında İzolasyon Seviyesi Belirleme: Bir uygulama geliştiricisi veya veritabanı yöneticisi, belirli işlemler için farklı izolasyon seviyeleri belirleyebilir. Bu, genellikle işlemin başında, SQL sorgusuyla yapılır. Örneğin, bir işlem sırasında yüksek seviyede veri bütünlüğü gerekiyorsa, geliştirici bu işlem için "Serializable" izolasyon seviyesini seçebilir.


Her iki durumda da, izolasyon seviyesinin seçimi, veritabanının performansı ve işlemlerin birbirleriyle olan etkileşimi arasında denge kurmak için önemlidir. Daha yüksek izolasyon seviyeleri daha iyi veri bütünlüğü sağlasa da, bu seviyeler genellikle daha az eşzamanlılığa ve potansiyel olarak daha düşük performansa yol açabilir. Bu yüzden, izolasyon seviyesinin seçimi, uygulamanın gereksinimleri ve veritabanının kullanım senaryosuna göre dikkatli bir şekilde yapılmalıdır.


İzalasyon seviyelerini örnek yazılım senaryo ve transactşonlarla örneklendirir misin?


Elbette, izolasyon seviyelerini çeşitli yazılım senaryoları ve işlemler (transactions) ile örneklendirelim:


1. Read Uncommitted

Senaryo: Bir haber portalı, kullanıcıların yorumlarını gönderdikleri ve bu yorumların anında diğer kullanıcılar tarafından görülebildiği bir sistem.


Transaction:


Kullanıcı A, bir haber hakkında yorum yapıyor ama henüz gönder tuşuna basmadı.

Kullanıcı B, aynı haberi okurken, Kullanıcı A'nın henüz gönderilmemiş yorumunu görebilir.

Bu izolasyon seviyesi, kirli okumalara (dirty reads) izin verir. Kullanıcı B, Kullanıcı A'nın işlemi tamamlanmadan önce yapılan değişikliği görebilir. Bu durum, gerçek zamanlı veri akışı gerektiren ancak kesin veri tutarlılığı kritik olmayan durumlar için uygundur.


2. Read Committed

Senaryo: Bir online alışveriş sistemi, stok durumunu güncel tutmak için kullanılıyor.


Transaction:


Kullanıcı A, bir ürünü sepetine ekliyor ve ödeme işlemine başlıyor.

Kullanıcı B, aynı ürünü görüntülüyor ama stok durumu güncellenene kadar ürünün sepete eklenmiş olduğunu göremez.

Bu izolasyon seviyesi, sadece tamamlanmış işlemlerin sonuçlarının diğer işlemler tarafından görülebilmesine izin verir. Kullanıcı B, Kullanıcı A'nın işlemi tamamlandıktan sonra stok değişikliğini görebilir. Bu, çoğu standart iş uygulaması için yeterli tutarlılık sağlar.


3. Repeatable Read

Senaryo: Bir banka uygulaması, müşterilerin hesap bakiyelerini sorguladıkları ve aynı zamanda para transferi yaptıkları bir sistem.


Transaction:


Kullanıcı A, hesap bakiyesini kontrol ediyor ve aynı anda para transferi yapmaya başlıyor.

Kullanıcı A'nın işlemi tamamlanana kadar, başka bir işlem, bu hesabın bakiyesini değiştiremez.

Bu izolasyon seviyesi, bir işlem sırasında okunan verilerin başka işlemler tarafından değiştirilmesini önler. Böylece, Kullanıcı A aynı işlem sırasında tekrar bakiyeyi kontrol ettiğinde, aynı sonucu alır. Bu, tekrarlanabilir okumaları (repeatable reads) garanti eder.


4. Serializable

Senaryo: Bir envanter yönetim sistemi, aynı anda birden fazla kullanıcının stok güncellemesi yapmasına izin veriyor.


Transaction:


Kullanıcı A ve Kullanıcı B, aynı anda stokta sınırlı sayıda kalan bir ürünü güncellemek istiyor.

Sistem, bu işlemleri sırayla işler ve her bir işlem diğerini etkilemez.

Bu en katı izolasyon seviyesidir ve işlemlerin tamamen sıralı bir şekilde çalışmasını sağlar. Bu, her işlemin, diğer işlemlerin tamamlanmasını beklemesi anlamına gelir ve eşzamanlılık çatışmalarını tamamen önler. Bu seviye, veri bütünlüğünün mutlak olması gereken durumlar için idealdir, ancak performans açısından maliyeti yüksektir.


Her izolasyon seviyesinin farklı ihtiyaçları karşıladığını ve her birinin veri tutarlılığı ile sistem performansı arasında farklı bir denge sunduğunu unutmamak önemlidir. Uygulamanın gereksinimlerine


İzalasyon seviyeleri ile, optimistic ve pestimistic lock arasında bir ilişki var mıdır?


Evet, izolasyon seviyeleri ile optimistic (iyimser) ve pessimistic (kötümser) kilitlenme (locking) arasında bir ilişki vardır. Her ikisi de veritabanı işlemlerinde eşzamanlılık kontrolü için kullanılır, ancak farklı yaklaşımlar ve senaryolar için uygundurlar.


Pessimistic Locking (Kötümser Kilitlenme)

Kötümser Kilitlenme Nedir?


Kötümser kilitlenme, eşzamanlılık çatışmalarının yüksek olduğu varsayımıyla çalışır. Bir kaynağa erişimde bulunan bir işlem, diğer işlemlerin o kaynağa erişimini engellemek için kilitler (locks) kullanır.

Bu yaklaşımda, bir işlem veri üzerinde çalışırken, diğer işlemler bu veriyi okuyamaz veya değiştiremez. Kilit, işlem tamamlanana kadar sürer.

Kötümser kilitlenme genellikle daha yüksek izolasyon seviyelerinde kullanılır, özellikle "Repeatable Read" ve "Serializable" gibi.

Pessimistic Locking'in İzolasyon Seviyeleri ile İlişkisi


"Repeatable Read" ve "Serializable" izolasyon seviyeleri, veri üzerinde daha katı kilitler kullanır, bu da kötümser kilitlenme yaklaşımına daha yakındır.

Bu seviyeler, veri üzerinde yapılan işlemlerin diğer işlemler tarafından etkilenmemesini sağlamak için kilit mekanizmalarını aktif olarak kullanır.

Optimistic Locking (İyimser Kilitlenme)

İyimser Kilitlenme Nedir?


İyimser kilitlenme, eşzamanlılık çatışmalarının nadir olduğu varsayımıyla çalışır. Bu yaklaşımda, veri üzerinde kilit kullanılmaz; bunun yerine, işlem tamamlandığında verinin değişip değişmediği kontrol edilir.

Bir işlem sırasında, veri üzerinde yapılan değişiklikler bir versiyon numarası veya zaman damgası ile izlenir. İşlem tamamlandığında, eğer veri başka bir işlem tarafından değiştirilmemişse, işlem başarılı bir şekilde uygulanır.

Eğer veri değişmişse, işlem tekrarlanır veya hata verir.

Optimistic Locking'in İzolasyon Seviyeleri ile İlişkisi


Daha düşük izolasyon seviyeleri, özellikle "Read Committed", iyimser kilitlenme yaklaşımına daha uygundur.

Bu seviyelerde, veri üzerinde sürekli kilitler kullanılmaz; bunun yerine, veri tutarlılığı işlemin sonunda kontrol edilir.

Genel Bakış

Yüksek İzolasyon Seviyeleri (Repeatable Read, Serializable): Daha çok kötümser kilitlenme yöntemlerini destekler. Bu seviyelerde, veri bütünlüğü ve izolasyon, sürekli kilitler kullanılarak sağlanır.

Düşük İzolasyon Seviyeleri (Read Committed, Read Uncommitted): İyimser kilitlenme yaklaşımına daha uygundur. Bu seviyelerde, veri üzerinde sürekli kilitler kullanılmaz ve çatışmalar genellikle işlemin sonunda çözülür.

Her iki yaklaşımın da avantajları ve dezavantajları vardır. İyimser kilitlenme, sistemde eşzamanlılık çatışmalarının nadir olduğu durumlarda daha verimli olabilirken, kötümser kilitlenme, yüksek çatışma riski olan durumlarda daha güvenilir olabilir. Seçim, uygulamanın iht


İzalasyon seviyeleri izalasyon yapmak için bu lock çeşitlerini mi kullanıyor demek istemiştim


Anladım, izolasyon seviyelerinin ve kilit (lock) türlerinin ilişkisi konusunda netleştirme yapayım. İzolasyon seviyeleri, veritabanı işlemlerinde eşzamanlılık kontrolünü nasıl gerçekleştirdiklerini tanımlar, ve bu kontrol genellikle farklı kilit mekanizmaları kullanılarak yapılır. Ancak, her izolasyon seviyesi aynı kilit türünü kullanmak zorunda değildir; bu, veritabanı yönetim sisteminin (DBMS) tasarımına ve gerçekleştirdiği iç optimizasyonlara bağlıdır.


İzolasyon Seviyeleri ve Kilit Türleri

Read Uncommitted


En düşük izolasyon seviyesi.

Genellikle herhangi bir kilit mekanizması kullanmaz, bu da "kirli okumalara" (dirty reads) izin verir.

Read Committed


Yaygın olarak kullanılan bir izolasyon seviyesi.

Satır bazında kilit kullanılabilir, ancak bu kilitler genellikle sadece işlem sırasında tutulur ve işlem sonlandığında hemen serbest bırakılır.

Repeatable Read


Daha yüksek izolasyon seviyesi.

İşlem boyunca okunan verilere kilitler uygulanır, böylece aynı veri üzerinde yapılan başka işlemler, bu kilidi açmadan o veriyi değiştiremez.

Serializable


En yüksek izolasyon seviyesi.

Genellikle aralık kilitleri (range locks) veya diğer kapsamlı kilit mekanizmaları kullanır. Bu, veritabanının sanki her işlem sırayla gerçekleşiyormuş gibi davranmasını sağlar.

Kötümser ve İyimser Kilitlerin Rolü

Kötümser Kilitlenme: Genellikle "Repeatable Read" ve "Serializable" gibi daha yüksek izolasyon seviyelerinde kullanılır. Bu seviyelerde, veri üzerinde yapılan işlemler sırasında çakışmaları önlemek için kilitler aktif olarak kullanılır.

İyimser Kilitlenme: Daha çok "Read Committed" gibi düşük izolasyon seviyelerinde tercih edilir. Bu yaklaşımda, veri üzerinde işlem yapılırken kilit kullanılmaz; bunun yerine işlemin sonunda verinin değişip değişmediği kontrol edilir.

Sonuç olarak, izolasyon seviyeleri, veritabanı işlemlerindeki eşzamanlılık kontrolünün nasıl yapıldığını tanımlarken, kilit türleri (kötümser veya iyimser) bu kontrolün gerçekleştirilme yöntemini belirler. Hangi izolasyon seviyesinin ve kilit türünün kullanılacağı, uygulamanın gereksinimleri, performans beklentileri ve veritabanı yönetim sisteminin özelliklerine bağlıdır.

Load Balancingde Rendezvaus Hashing Stratejsi nasıl çalışır?



Rendezvous (veya Highest Random Weight, HRW) hashing, yük dengeleme ve veri dağıtımı için kullanılan bir stratejidir. Bu yöntem, bir dizi sunucu veya düğüm arasında istemci isteklerini veya verileri dağıtmak için tasarlanmıştır. Rendezvous hashing'in çalışma prensibi şu şekildedir:


Sabit Bir Evren Tanımlama: Tüm düğümler (sunucular) ve anahtarlar (istemci istekleri veya veriler), sabit bir evren içinde tanımlanır. Bu evren genellikle bir sayısal aralıktır.


Her Anahtar için Ağırlık Hesaplama: Bir anahtar (örneğin, bir istemci isteği veya bir veri parçası) için, her düğüm için bir ağırlık hesaplanır. Bu hesaplama genellikle anahtar ve düğüm kimlikleri kullanılarak bir hash fonksiyonu üzerinden yapılır.


En Yüksek Ağırlığa Sahip Düğüm Seçimi: Her anahtar için, tüm düğümler arasında en yüksek ağırlığa sahip olan düğüm seçilir. Bu düğüm, ilgili anahtarın işleneceği veya saklanacağı yerdir.


Yük Dengeleme: Her yeni anahtar için bu işlem tekrarlanır. Bu, yükün düğümler arasında dengeli bir şekilde dağılmasını sağlar, çünkü her düğüm farklı anahtarlar için farklı ağırlıklara sahip olacaktır.


Ölçeklenebilirlik ve Esneklik: Yeni düğümler sisteme eklendiğinde veya mevcut düğümler çıkarıldığında, sadece bir kısmı yeniden dengelenir. Bu, ölçeklenebilirlik ve esneklik sağlar, çünkü tüm sistemin yeniden yapılandırılmasına gerek kalmaz.


Rendezvous hashing, yük dengelemesi ve veri tutarlılığı için etkili bir yöntem sağlar. Özellikle, büyük ve dinamik dağıtık sistemlerde, düğümlerin sık sık eklenip çıkarıldığı senaryolarda kullanışlıdır. Bu yöntem, her anahtar için en uygun düğümü seçmek üzere bir dizi hesaplama yaparak, verilerin dengeli ve tutarlı bir şekilde dağıtılmasını sağlar.


Ölçeklenebilirlik ve Esneklik: Yeni düğümler sisteme eklendiğinde veya mevcut düğümler çıkarıldığında, sadece bir kısmı yeniden dengelenir. Bu, ölçeklenebilirlik ve esneklik sağlar, çünkü tüm sistemin yeniden yapılandırılmasına gerek kalmaz.


Evet, Rendezvous Hashing yöntemi, özellikle ölçeklenebilirlik ve esneklik açısından önemli avantajlar sunar. Bu iki özellik, dağıtık sistemlerin yönetimi ve performansı için kritik öneme sahiptir. İşte bu özelliklerin bazı detayları:


Ölçeklenebilirlik

Dinamik Düğüm Ekleme/Çıkarma: Rendezvous hashing, düğümlerin (sunucuların) sisteme kolayca eklenip çıkarılmasına olanak tanır. Bu, büyüyen veya değişen yük ihtiyaçlarına hızlı bir şekilde yanıt verilmesini sağlar.


Minimal Yeniden Dağıtım: Yeni bir düğüm eklendiğinde veya mevcut bir düğüm çıkarıldığında, tüm anahtarların (verilerin) yeniden dağıtılmasına gerek yoktur. Sadece bir kısmının yerleşimi değişir, bu da iş yükünü ve yeniden dağıtım süresini azaltır.


Yük Dengelemesi: Sistem genişledikçe, Rendezvous hashing yükü otomatik olarak yeni ve mevcut düğümler arasında dengeler. Bu, her düğümün kapasitesini etkin bir şekilde kullanmayı sağlar.


Esneklik

Hata Toleransı: Bir düğüm arızalandığında, onun sorumluluğundaki anahtarlar kolayca diğer düğümlere aktarılabilir. Bu, sistemin hata durumlarında bile çalışmaya devam etmesini sağlar.


Adaptasyon Kabiliyeti: Sistem değişikliklere hızlı bir şekilde uyum sağlayabilir. Örneğin, trafik desenlerindeki değişiklikler veya donanım yükseltmeleri gibi durumlar kolayca yönetilebilir.


Yüksek Verimlilik: Minimum veri hareketi ile yüksek verimlilik sağlanır. Bu, özellikle büyük ölçekli sistemlerde önemlidir, çünkü sık sık yeniden dağıtım yapmak maliyetli ve zaman alıcı olabilir.


Sonuç

Rendezvous hashing, dağıtık sistemlerde ölçeklenebilirlik ve esneklik ihtiyaçları için ideal bir çözüm sunar. Yeni düğümlerin eklenmesi veya mevcutların çıkarılması durumunda, sistemin genel yapısını ve verimliliğini korurken, minimal düzeyde ayarlamalar yapılmasını sağlar. Bu, hem veri dağıtımı hem de yük dengeleme açısından büyük avantajlar sağlar.

Consistent Hashing - Yük dengeleme mekanizmalarında kullanılan bir hashleme stratejisi



"Consistent Hashing" (Tutarlı Haşlama), özellikle dağıtık sistemlerde ve yük dengeleme mekanizmalarında kullanılan bir hashleme stratejisidir. Bu strateji, verileri veya istekleri birden fazla sunucu veya düğüm arasında dağıtmak için tasarlanmıştır ve özellikle ölçeklenebilirlik ve yüksek kullanılabilirlik açısından önemlidir. Consistent Hashing'in temel prensipleri ve avantajları şunlardır:



Consistent Hashing'in Temel Prensipleri

Hash Çemberi: Consistent Hashing, tüm olası hash değerlerini bir çember üzerinde düşünür. Bu çember, hash değerlerinin bir diziye değil, bir döngüye yerleştirilmesi anlamına gelir.


Düğümlerin Yerleştirilmesi: Sistemdeki her sunucu veya düğüm, bu çember üzerinde bir veya birden fazla noktaya hashlenir.


Veri Ataması: Her veri öğesi veya istek, hashlenerek çember üzerinde bir noktaya yerleştirilir. Bu noktadan itibaren çember üzerinde ilerleyerek karşılaşılan ilk düğüm, verinin yerleştirileceği düğüm olarak seçilir.


Dengeli Dağılım: Veriler, tüm düğümler arasında dengeli bir şekilde dağıtılır, çünkü hash fonksiyonu genellikle verileri rastgele ve eşit dağıtır.


Ölçeklenebilirlik: Yeni bir düğüm eklendiğinde veya mevcut bir düğüm çıkarıldığında, yalnızca çemberdeki o düğümün etrafındaki veriler etkilenir. Bu, verilerin yeniden dağıtımını ve sistemdeki değişiklikleri kolaylaştırır.


Avantajları

Yük Dağılımı: Veriler veya istekler, düğümler arasında daha dengeli bir şekilde dağıtılır, böylece hiçbir düğüm aşırı yüklenmez.


Ölçeklendirme Esnekliği: Sisteme yeni düğümler eklemek veya mevcut düğümleri çıkarmak, verilerin ve isteklerin yeniden dağıtılmasını minimal düzeyde etkiler.


Yüksek Kullanılabilirlik: Bir düğüm başarısız olduğunda, yalnızca o düğümle ilişkili veriler etkilenir ve sistem hızla yeniden dengelenir.


Önbellek Etkinliği: Web sunucuları ve veritabanları gibi sistemlerde, consistent hashing kullanarak önbellek etkinliği artırılabilir.


Uygulama Alanları

Dağıtık Önbellek Sistemleri: Örneğin, Memcached veya Redis gibi dağıtık önbellek sistemlerinde consistent hashing kullanılır.


Yük Dengeleme: Web trafiğini birden fazla sunucu arasında dengeli bir şekilde dağıtmak için kullanılabilir.


Dağıtık Veritabanları: Veri parçalarını farklı sunuculara dağıtmak için consistent hashing stratejisi tercih edilir.


Consistent Hashing, özellikle dinamik ve büyüyen sistemler için uygun bir çözümdür. Sistemin ölçeklenmesi sırasında veri yeniden dağıtımını sınırlayarak karmaşıklığı azaltır ve yüksek düzeyde kullanılabilirlik sağlar.

System Design load balancer konusu, Hash Tabanlı Dağıtım, Ngnix kullanarak load balancing, DNS tabanlı load balancing



"System Design: Load Balancer" konusu, bir bilgisayar ağında trafiği etkin bir şekilde dağıtarak sistem performansını optimize etmeyi amaçlayan bir yaklaşımdır. Bu konu, yük dengeleyicilerin nasıl çalıştığını, farklı türlerini, bunların sistem tasarımındaki rollerini ve genel performans, kullanılabilirlik ve güvenilirliği artırmak için nasıl uygulandıklarını kapsar. İşte bu konu hakkında bazı anahtar noktalar:


Yük Dengeleyicilerin Rolü: Yük dengeleyiciler, gelen ağ trafiğini birden fazla sunucu arasında dağıtarak bir web sitesi veya uygulamanın yükünü dengeler. Bu, tek bir sunucunun aşırı yüklenmesini önler ve hizmet sürekliliğini sağlar.


Çeşitleri: Yük dengeleyiciler farklı türlerde olabilir, örneğin donanım tabanlı, yazılım tabanlı veya bulut tabanlı. Bunların her biri, belirli senaryolara ve ihtiyaçlara göre avantajlar ve dezavantajlar sunar.


Algoritmalar: Yük dengeleyiciler, gelen trafiği dağıtmak için çeşitli algoritmalar kullanır. Bunlar arasında round-robin, en az bağlantılar, IP tabanlı ve özelleştirilmiş sağlık kontrolleri bulunur.


Ölçeklenebilirlik ve Esneklik: Yük dengeleyiciler, trafiği etkin bir şekilde yöneterek sistemlerin ölçeklenebilirliğini ve esnekliğini artırır. Bu, kullanıcı sayısı arttıkça veya talep dalgalanmaları sırasında sistemin stabil kalmasını sağlar.


Yüksek Kullanılabilirlik ve Güvenilirlik: Yük dengeleyiciler, sunucu arızaları veya ağ sorunları durumunda trafiği otomatik olarak yeniden yönlendirerek yüksek kullanılabilirlik ve güvenilirlik sağlar.


Güvenlik Özellikleri: Modern yük dengeleyiciler, DDoS saldırıları gibi güvenlik tehditlerine karşı koruma sağlayan gelişmiş güvenlik özelliklerine sahip olabilir.


Performans İzleme ve Yönetim: Yük dengeleyiciler, sistem performansını izlemek ve yönetmek için kapsamlı araçlar sunar, bu da IT ekiplerinin sistem sağlığını daha iyi anlamasını ve gerektiğinde hızlı müdahale etmesini sağlar.


Bu konunun kapsamlı anlaşılması, özellikle yüksek trafiğe sahip web siteleri, büyük ölçekli uygulamalar ve kritik iş uygulamaları için önemlidir. Yük dengeleyiciler, bu tür sistemlerin sorunsuz ve verimli bir şekilde çalışmasını sağlamak için kritik bir bileşendir.


User

Server selection stratejileri nelerdir?

ChatGPT

Sunucu seçimi stratejileri, yük dengeleyiciler tarafından kullanılan farklı yöntemlerdir ve bu stratejiler, gelen isteklerin hangi sunuculara yönlendirileceğini belirlemek için kullanılır. Bu stratejilerin amacı, sistem kaynaklarını etkin bir şekilde kullanmak, yükü dengeli bir şekilde dağıtmak ve en iyi kullanıcı deneyimini sağlamaktır. İşte en yaygın sunucu seçimi stratejilerinden bazıları:


Round-Robin: Bu, en basit seçim stratejilerinden biridir. Gelen istekler sırayla her sunucuya dağıtılır. Bu yöntem, tüm sunucuların yaklaşık eşit iş yüküne sahip olduğu durumlarda etkilidir.


En Az Bağlantılar (Least Connections): Bu strateji, en az sayıda aktif bağlantıya sahip sunucuya yeni istekleri yönlendirir. Bu, sunucular arasındaki yükü daha dengeli bir şekilde dağıtmaya yardımcı olur, özellikle bazı oturumların diğerlerinden daha uzun sürdüğü durumlarda etkilidir.


Ağırlıklı Round-Robin: Round-Robin'in bir varyasyonu olan bu strateji, her sunucuya bir ağırlık atar. Sunucular, atanan ağırlıklarına göre orantılı olarak daha fazla veya daha az trafiğe maruz kalır. Bu, farklı kapasitelere sahip sunucuların dengelenmesi için kullanılır.


Hash Tabanlı Dağıtım: Bu yöntem, isteklerin özelliklerini (örneğin, IP adresi veya istek URL'si) kullanarak bir hash fonksiyonu uygular ve sonuca göre sunucu seçimi yapar. Bu, benzer türdeki isteklerin aynı sunucuya yönlendirilmesini sağlar, bu da önbelleğin etkin kullanımını artırabilir.


En Az Tepki Süresi (Least Response Time): Bu strateji, en düşük tepki süresine sahip sunucuya yeni istekleri yönlendirir. Bu, sistem performansını ve kullanıcı deneyimini iyileştirmek için kullanılır.


Kaynak Tabanlı Dağıtım: Bu strateji, sunucuların mevcut kaynak durumlarını (örneğin, CPU ve hafıza kullanımı) değerlendirir ve bu bilgiye göre sunucu seçimi yapar.


IP Katılımı: Bu strateji, kullanıcıların IP adreslerine göre sunucu seçimi yapar. Örneğin, coğrafi konuma göre farklı sunucular atanabilir, bu da daha hızlı tepki süreleri ve yerelleştirilmiş içerik sağlamaya yardımcı olur.


Özelleştirilmiş Stratejiler: Bazı durumlarda, özel iş ihtiyaçlarına uygun özelleştirilmiş dağıtım stratejileri geliştirilebilir.


Sunucu seçimi stratejilerinin seçimi, uygulamanın gereksinimleri, trafik desenleri, sunucu kapasitesi ve diğer operasyonel faktörlere bağlıdır. Her stratejinin avantajları ve dezavantajları vardır, ve bazen birden fazla strateji kombinasyonu en iyi sonucu verebilir.


Hash Tabanlı Dağıtım: Bu yöntem, isteklerin özelliklerini (örneğin, IP adresi veya istek URL'si) kullanarak bir hash fonksiyonu uygular ve sonuca göre sunucu seçimi yapar. Bu, benzer türdeki isteklerin aynı sunucuya yönlendirilmesini sağlar, bu da önbelleğin etkin kullanımını artırabilir.



Hash Tabanlı Dağıtım, yük dengeleme stratejileri arasında özellikle önbellek verimliliği ve tutarlı bir kullanıcı deneyimi sağlama açısından önemli bir yere sahiptir. Bu yöntem, gelen isteklerin belirli özelliklerini (genellikle IP adresi, istek URL'si, oturum bilgileri gibi) kullanarak bir hash fonksiyonu uygular ve bu hash değerine dayanarak istekleri belirli sunuculara yönlendirir. İşte bu stratejinin bazı temel özellikleri ve avantajları:


Temel Özellikler

Deterministik Dağıtım: Hash tabanlı yönlendirme, aynı giriş için her zaman aynı çıktıyı (yani aynı sunucuyu) üretir. Bu, benzer isteklerin sürekli olarak aynı sunucuya gitmesini sağlar.


Özelleştirilebilirlik: İstek özelliklerine göre hash fonksiyonunun parametreleri ayarlanabilir. Örneğin, yalnızca IP adresine veya hem IP adresine hem de URL'ye göre hash oluşturulabilir.


Durum Bilgisi: Özellikle durum bilgisi gerektiren uygulamalar için uygundur. Aynı kullanıcı veya oturumdan gelen istekler sürekli olarak aynı sunucuya yönlendirilir, bu da oturum bilgilerinin tutarlı kalmasını sağlar.


Avantajları

Önbellek Verimliliği: Benzer istekler aynı sunucuya yönlendirildiğinde, sunucunun önbelleği daha etkin kullanılır. Bu, tekrar eden isteklerde daha hızlı yanıt süreleri sağlar.


Kullanıcı Deneyimi: Kullanıcılar için tutarlı bir deneyim sunar, özellikle oturum bilgileri ve kişiselleştirilmiş içerik önemliyse.


Yük Dengesi: Hash tabanlı dağıtım, ağ trafiğini sunucular arasında adil bir şekilde dağıtabilir, özellikle hash fonksiyonu iyi tasarlanmışsa.


Esneklik ve Ölçeklenebilirlik: Sunucu havuzuna yeni sunucular eklendiğinde veya çıkarıldığında, hash tabanlı yönlendirme sistemi nispeten kolay bir şekilde ölçeklenebilir.


Uygulama Notları

Hash Fonksiyonunun Seçimi: Etkili bir dağıtım için, hash fonksiyonunun çakışma oranının düşük olması ve dağıtımın dengeli olması önemlidir.

Sunucu Havuzunda Değişiklikler: Sunucu havuzunda yapılan değişiklikler, hash tabanlı dağıtımın tutarlılığını etkileyebilir. Bu nedenle, ölçeklendirme işlemleri sırasında dikkatli planlama gereklidir.

Güvenlik ve Saldırılar: Belirli hash değerlerini hedef alan saldırılar olabileceği için, hash fonksiyonunun ve uygulanan stratejinin güvenli olması gerekmektedir.

Hash Tabanlı Dağıtım, özellikle büyük ölçekli ve yüksek performans gerektiren uygulamalar için etkili bir yük dengeleme çözümüdür. Bu strateji, önbellek kullanımını optimize etmek ve kullanıcı deneyimini iyileştirmek için mükemmel bir seçenektir.


Ngnix kullanarak load balancing




NGINX, hem web sunucusu hem de ters proxy olarak yaygın olarak kullanılan, yüksek performanslı ve esnek bir yazılımdır. Aynı zamanda etkili bir yük dengeleyici (load balancer) olarak da işlev görebilir. NGINX, çeşitli yük dengeleme metodları sunar ve bu özellikler sayesinde, trafiği birden fazla sunucu arasında verimli bir şekilde dağıtmak ve yönetmek mümkündür. NGINX kullanarak yük dengelemeyi ayarlamak için izlenmesi gereken adımlar şu şekildedir:


NGINX Yük Dengeleme Yapılandırması

NGINX Kurulumu: İlk adım, NGINX'i sunucunuza kurmaktır. NGINX, çoğu Linux dağıtımında kolayca kurulabilir.


Yapılandırma Dosyasını Düzenleme: NGINX yapılandırma dosyası (genellikle /etc/nginx/nginx.conf olarak bulunur), yük dengeleme kurallarını tanımlamak için düzenlenmelidir.


Yük Dengeleme Havuzunun Oluşturulması: Yapılandırma dosyasında, yükün dağıtılacağı sunucuları içeren bir 'upstream' bloğu oluşturulur. Örneğin:


nginx

Copy code

upstream myapp {

    server server1.example.com;

    server server2.example.com;

    server server3.example.com;

}

Sunucu Seçimi Stratejisinin Belirlenmesi: Round-robin, en az bağlantılar (least connections), veya IP-hash gibi farklı yük dengeleme metodlarından biri seçilebilir. Bu, upstream bloğu içinde belirtilebilir.


Ters Proxy Ayarlarının Yapılandırılması: Gelen isteklerin doğru şekilde 'upstream' havuzuna yönlendirilmesi için NGINX'te ters proxy ayarları yapılır. Örneğin:


nginx

Copy code

server {

    listen 80;

    location / {

        proxy_pass http://myapp;

    }

}

NGINX'i Yeniden Başlatma: Yapılandırma değişikliklerinden sonra NGINX servisini yeniden başlatmak gereklidir.


NGINX ile Yük Dengeleme Stratejileri

Round-Robin: Varsayılan yöntemdir. İstekler sırayla her sunucuya yönlendirilir.

Least Connections: Aktif bağlantı sayısı en az olan sunucuya öncelik verilir.

IP-Hash: Kullanıcının IP adresine göre hash oluşturulur, bu sayede aynı kullanıcı her zaman aynı sunucuya yönlendirilir.

İzlenecek Yollar

Canlılık Kontrolleri: Sunucuların sürekli olarak çalışır durumda olup olmadığını kontrol etmek için canlılık (health check) kontrolleri yapılandırılabilir.

Güvenlik Ayarları: Ters proxy olarak NGINX kullanırken güvenlik ayarlarına (örneğin, SSL/TLS şifreleme) dikkat etmek önemlidir.

Önbellekleme ve Optimizasyon: Performansı artırmak için NGINX'in önbellekleme yeteneklerinden faydalanılabilir.

NGINX ile yük dengeleme, özellikle dinamik ve yüksek trafikli web uygulamaları için uygun bir çözümdür. NGINX'in esnekliği ve hafif yapısı, geniş ölçeklendirilebilirlik ve güvenilirlik sağlar.



DNS tabanlı load balancing




DNS tabanlı yük dengeleme, gelen istekleri farklı sunuculara veya sunucu kümelerine yönlendirmek için Domain Name System (DNS) kullanımına dayanır. Bu yöntem, özellikle coğrafi olarak dağıtılmış sunucular ve yüksek erişilebilirlik gerektiren durumlar için etkilidir. DNS tabanlı yük dengelemenin temel prensipleri ve avantajları şunlardır:


DNS Tabanlı Yük Dengelemenin Temel Prensipleri

DNS Sorguları: Kullanıcı bir web sitesine erişmek istediğinde, önce DNS sorgusu yapılır. Bu sorgu, kullanıcının IP adresine en yakın veya uygun olan sunucunun adresini döndürmek için kullanılır.


Çoklu A Kayıtları: DNS yapılandırmasında, aynı alan adı için birden fazla A kaydı (IP adresi) tanımlanır. DNS sunucusu, bu kayıtlar arasında yük dengeleme yaparak sorguları cevaplar.


Coğrafi Yönlendirme: DNS sunucusu, kullanıcının coğrafi konumuna göre en uygun sunucuyu seçebilir. Bu, ağ gecikmesini azaltır ve yerel içeriğin sunulmasını sağlar.


DNS Caching ve TTL: DNS yanıtlarının önbelleğe alınması (caching) ve Time-To-Live (TTL) değerleri, DNS tabanlı yük dengelemenin nasıl işleyeceğini etkiler. Düşük TTL değerleri, DNS değişikliklerinin daha hızlı yansımasını sağlar ancak daha fazla DNS sorgusu anlamına gelir.


Avantajları

Basitlik ve Kolaylık: Yapılandırma ve yönetim açısından basit bir çözümdür. Sunucu tarafında ekstra yük dengeleme donanımı veya yazılımı gerektirmez.


Coğrafi Dağılım: Kullanıcıları, coğrafi olarak kendilerine en yakın sunuculara yönlendirme yeteneği, performansı iyileştirir.


Yüksek Kullanılabilirlik: Bir sunucu arızalandığında, DNS otomatik olarak trafiği diğer sağlıklı sunuculara yönlendirir.


Ölçeklenebilirlik: Yeni sunucular eklemek ve mevcut kapasiteyi artırmak nispeten kolaydır.


Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar

Önbellek Sorunları: DNS önbelleğe alma, bazı kullanıcıların eski veya yanlış sunucu adreslerini almalarına neden olabilir. Bu nedenle, TTL değerlerinin dikkatli bir şekilde ayarlanması gerekir.


Anlık Tepki Eksikliği: DNS tabanlı yük dengeleme, anlık trafik değişikliklerine hızlı bir şekilde tepki veremez, çünkü değişikliklerin etkili olması için DNS önbelleğinin güncellenmesi gerekir.


Sınırlı Kontrol: DNS tabanlı yük dengeleme, sunucu sağlığı veya yük durumu hakkında anlık bilgi sağlamaz. Bu, daha karmaşık yük dengeleme ihtiyaçları için sınırlayıcı olabilir.


DNS tabanlı yük dengeleme, özellikle büyük, dağıtılmış sistemlerde ve global çapta hizmet veren uygulamalarda kullanışlıdır. Ancak, daha karmaşık yük dengeleme gereksinimleri için, sunucu tabanlı veya ağ tabanlı yük dengeleyicilerle kombinasyon halinde kullanılması daha etkili olabilir.



System Design'da Forward Proxy ile Reverse Proxy arasındaki fark nedir?



Forward Proxy ve Reverse Proxy, her ikisi de ağ trafiğini yönlendirmede kullanılan aracılardır, ancak farklı amaçlar için ve farklı şekillerde çalışırlar. İşte temel farkları:


Forward Proxy

Konum: Forward Proxy, kullanıcı ve internet arasında yer alır. Kullanıcılar internete erişmek için proxy üzerinden geçer.

Amaç: Genellikle kullanıcıların internet erişimini kontrol etmek ve düzenlemek için kullanılır. Örneğin, bir kuruluş içindeki internet erişimini sınırlamak veya filtrelemek için kullanılabilir.

Gizlilik ve Anonimlik: Kullanıcıların IP adreslerini gizleyerek anonimliği sağlar. İnternet sunucuları, isteklerin kullanıcılardan değil, proxy'den geldiğini görür.

Kullanım Alanları: İç ağ güvenliği, içerik filtreleme, bant genişliği yönetimi ve kullanıcı etkinliklerinin izlenmesi gibi durumlarda kullanılır.

Reverse Proxy

Konum: Reverse Proxy, internet sunucuları ve kullanıcılar arasında yer alır. Kullanıcıların sunuculara yaptığı istekler önce reverse proxy'den geçer.

Amaç: Genellikle sunucuları korumak, yük dengelemesi yapmak ve önbellekleme işlemleri gerçekleştirmek için kullanılır.

Güvenlik: Sunucuların IP adreslerini gizleyerek ek bir güvenlik katmanı sağlar. Kullanıcılar doğrudan sunucularla değil, reverse proxy ile iletişim kurar.

Kullanım Alanları: Web sunucularının performansını ve güvenliğini artırmak, SSL şifrelemesi, yük dengeleme, önbellekleme ve sunucu sağlığı kontrolü gibi işlevlerde kullanılır.

Her iki proxy türü de, ağ trafiğini yönlendirme ve kontrol etme konusunda önemli roller oynar, ancak farklı bağlamlarda ve farklı amaçlarla kullanılırlar.


Her ikisi de client ile server arasında bulunuyor, temel fark nedir?


Evet, hem Forward Proxy hem de Reverse Proxy, istemci (client) ile sunucu (server) arasında yer alır, ancak ana fark, hangi tarafın (istemci veya sunucu) bu proxy'ler tarafından "gizlendiği" ve proxy'nin hangi amaçla kullanıldığıdır.


Forward Proxy

İstemci Odaklı: Forward Proxy, istemcinin kimliğini gizler. İnternete erişmek isteyen bir kullanıcı, isteklerini önce forward proxy'ye gönderir. Proxy, bu isteği internete iletir ve cevabı kullanıcıya geri getirir.

Proxy'nin Rolü: Bu durumda, proxy internet sunucusu için görünmezdir; yani internet sunucusu, isteğin gerçek kaynağını (kullanıcıyı) göremez. Sanki istek doğrudan proxy'den gelmiş gibi görünür.

Kullanım Amaçları: İç ağ güvenliği, kullanıcı etkinliklerinin izlenmesi, içerik filtrelemesi ve internet erişiminin kontrol edilmesi.

Reverse Proxy

Sunucu Odaklı: Reverse Proxy, sunucunun kimliğini gizler. Kullanıcılar bir web sitesine erişim sağlamak için istek gönderdiklerinde, bu istekler önce reverse proxy'ye ulaşır. Proxy, bu isteği uygun sunucuya yönlendirir ve sunucudan aldığı cevabı kullanıcıya iletir.

Proxy'nin Rolü: Bu durumda, proxy kullanıcı için görünmezdir; yani kullanıcı, isteğin hangi sunucuya gittiğini ve cevabın nereden geldiğini doğrudan göremez.

Kullanım Amaçları: Sunucuların güvenliğini artırmak, yük dengelemesi, önbellekleme, SSL şifrelemesi ve sunucu sağlığı kontrolü.

Özetle, Forward Proxy istemci tarafını gizlerken, Reverse Proxy sunucu tarafını gizler. Bu, her iki proxy türünün temel farkını oluşturur ve kullanım amaçları bu farka göre şekillenir.

Sistem Dizayn ,Mülakatı sorularını cevaplarken bilmeniz gereken altın kurallar

 


Buradan ulaşabilirsiniz.

Spring - Kubernetes - Hazelcast Entegrasyonu


Ben bir yazılım mimariyim. Spring cloud microservice projemiz var. Projemizde spring cloud config, euroka server, spring cloud gateway var. Uygulamamızı kuberneres e deploy ediyoruz. Proede hazelcast cache kullanmak isritırum. Ne yapmalıyım?


Spring Cloud ile mikroservis tabanlı bir projede Hazelcast cache kullanmak istediğinizi belirtmişsiniz. Hazelcast, mikroservis mimarileri için popüler bir in-memory veri ızgara çözümüdür ve Spring Cloud ile entegre edilmesi oldukça yaygındır. İşte genel adımlar:


Hazelcast Bağımlılığını Ekleyin: Projeye Hazelcast bağımlılığını ekleyin. Maven veya Gradle kullanıyorsanız, Hazelcast için gerekli dependency'leri pom.xml veya build.gradle dosyanıza eklemeniz gerekir.


Konfigürasyon Ayarları: Hazelcast'ı Spring Boot uygulamanızda kullanmak için application.properties veya application.yml dosyasında gerekli konfigürasyonları yapın. Burada, cluster üyeleri, network ayarları, cache stratejileri gibi parametreleri tanımlayabilirsiniz.


Hazelcast Instance Oluşturma: Uygulamanız içerisinde bir Hazelcast instance oluşturun. Bu instance, cache operasyonları için kullanılacaktır. Spring'in @Bean annotation'ını kullanarak bu instance'ı tanımlayabilirsiniz.


Cache Kullanımı: Uygulamanızın gerektiği yerlerde Hazelcast cache'ini kullanmaya başlayabilirsiniz. Bu, genellikle servis katmanında yapılır. Örneğin, veritabanından sıkça okunan ancak nadiren değişen verileri cache'leyebilirsiniz.


Kubernetes Entegrasyonu: Uygulamanızı Kubernetes'e deploy ederken, Hazelcast cluster'ının düzgün çalışması için gerekli ayarlamaları yapın. Kubernetes ortamında service discovery, pod ayarları ve network konfigürasyonları önemlidir.


Test ve İzleme: Hazelcast entegrasyonunu tamamladıktan sonra, performans ve davranış açısından iyice test edin. Cache'in doğru çalıştığından ve beklenen performans iyileştirmelerini sağladığından emin olun.


Dökümantasyon ve Destek: Hazelcast ve Spring Cloud entegrasyonu hakkında daha fazla bilgi edinmek için resmi dökümantasyonlara ve topluluk destek forumlarına başvurabilirsiniz.


Her adım, projenizin özel ihtiyaçlarına ve mevcut altyapınıza bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bu nedenle, her bir adımı projenizin gerekliliklerine göre özelleştirmeniz önemlidir.


Kubernetes Entegrasyonu: Uygulamanızı Kubernetes'e deploy ederken, Hazelcast cluster'ının düzgün çalışması için gerekli ayarlamaları yapın. Kubernetes ortamında service discovery, pod ayarları ve network konfigürasyonları önemlidir.


Kubernetes ile Hazelcast'ı entegre ederken dikkate almanız gereken bazı önemli noktalar vardır. İşte Kubernetes ortamında Hazelcast cluster'ının başarılı bir şekilde çalıştırılması için yapmanız gerekenler:


Hazelcast için Kubernetes YAML Konfigürasyonları: Hazelcast instance'larınızı Kubernetes üzerinde çalıştırabilmek için gerekli Deployment ve Service YAML dosyalarını oluşturun. Bu dosyalar, podların nasıl oluşturulacağı, kaç replikanın olacağı, network ayarları ve diğer konfigürasyonları içerir.


Service Discovery: Hazelcast, Kubernetes API'yi kullanarak otomatik service discovery sağlar. Bu, Hazelcast üyelerinin birbirlerini otomatik olarak bulmalarını ve bir cluster oluşturmalarını sağlar. Bu özelliği etkinleştirmek için Hazelcast'ın Kubernetes eklentisini kullanmanız gerekir.


Pod Anti-Affinity Kuralları: Hazelcast node'larının farklı Kubernetes node'larında çalışmasını sağlamak için anti-affinity kuralları tanımlayın. Bu, bir Kubernetes node'unda yaşanabilecek sorunların tüm cluster'ı etkilemesini önler.


Persistent Volume Kullanımı: Eğer Hazelcast üzerinde veri kalıcılığına ihtiyaç duyuyorsanız, Kubernetes persistent volumes kullanarak verilerinizi saklayabilirsiniz.


Network Politikaları: Hazelcast cluster üyeleri arasındaki iletişim için uygun network politikaları ayarlayın. Bu, cluster üyelerinin birbirleriyle güvenli bir şekilde iletişim kurmasını sağlar.


Kaynak Sınırlamaları ve Talepleri: Hazelcast pod'larınız için CPU ve bellek sınırlamalarını ve taleplerini konfigüre edin. Bu, kaynakların etkili bir şekilde yönetilmesine ve cluster'ın istikrarlı çalışmasına yardımcı olur.


Sağlık Kontrolleri ve Canlılık Kontrolleri: Kubernetes sağlık kontrolleri (liveness probes) ve canlılık kontrolleri (readiness probes), Hazelcast pod'larının düzgün çalıştığından emin olmanızı sağlar.


Logging ve Monitoring: Hazelcast'ın ve Kubernetes cluster'ın durumunu izlemek için uygun logging ve monitoring araçlarını entegre edin. Bu, olası sorunları erken tespit etmenize ve performansı optimize etmenize yardımcı olur.


Bu adımlar, Hazelcast'ın Kubernetes ortamında başarılı bir şekilde çalıştırılmasını sağlamak için önemlidir. Ancak, her adım projenizin özel gereksinimlerine ve altyapınıza bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bu nedenle, bu adımları projenizin ihtiyaçlarına göre özelleştirmek önemlidir.


Hazelcast instance'dan kastın docker instanceları mı?


Hazelcast instance'dan bahsederken, Docker instance'larından değil, Hazelcast'ın kendi içinde oluşturduğu bir veri yapısı instance'larından bahsediyorum. Bir Hazelcast instance'ı, bir Hazelcast uygulamasının çalışma zamanı ortamını temsil eder. Bu, Hazelcast'ın veri saklama, dağıtım ve işleme işlevlerini gerçekleştirdiği bir veri grididir.


Kubernetes ortamında Hazelcast'ı kullanırken, genellikle her Hazelcast instance'ını bir Docker konteyneri içinde çalıştırırsınız. Bu durumda, her Docker konteyneri, bir Hazelcast node'u barındırır. Bu node'lar birlikte çalışarak bir Hazelcast cluster oluşturur. Örneğin, bir Kubernetes Deployment kullanarak, her pod içinde bir Hazelcast instance'ı (ve dolayısıyla bir Docker konteyneri) başlatabilir ve bu pod'ları bir Hazelcast cluster'ı olarak gruplandırabilirsiniz.


Bu yapıyı kullanarak, Hazelcast'ın veri dağıtımı, ölçeklenebilirliği ve yüksek erişilebilirliği gibi özelliklerinden faydalanabilirsiniz. Kubernetes'in orkestrasyon yetenekleri, bu Hazelcast pod'larının yönetimi, ölçeklenmesi ve sağlık durumunun izlenmesi gibi işlemleri kolaylaştırır.


Spring noot uygulamamda yazmam gereken kodlar


Spring Boot uygulamanızda Hazelcast'i kullanmak için gerekli temel kodları aşağıda bulabilirsiniz. Bu örnek, Hazelcast'ı bir cache çözümü olarak kullanmanıza yardımcı olacak basit bir yapıyı göstermektedir.


1. Bağımlılıkları Ekleyin

Öncelikle, pom.xml dosyanıza Hazelcast ile ilgili bağımlılıkları ekleyin. Eğer Gradle kullanıyorsanız, benzer bağımlılıkları build.gradle dosyanıza ekleyebilirsiniz.


xml

Copy code

<dependencies>

    <!-- Spring Boot Starter -->

    <dependency>

        <groupId>org.springframework.boot</groupId>

        <artifactId>spring-boot-starter</artifactId>

    </dependency>


    <!-- Hazelcast -->

    <dependency>

        <groupId>com.hazelcast</groupId>

        <artifactId>hazelcast-spring</artifactId>

    </dependency>

</dependencies>

2. Hazelcast Konfigürasyonu

Hazelcast konfigürasyonunu ayarlamak için bir konfigürasyon sınıfı oluşturun. Bu sınıf, Hazelcast instance'ınızı yapılandıracaktır.


java

Copy code

import com.hazelcast.config.Config;

import com.hazelcast.config.MapConfig;

import org.springframework.context.annotation.Bean;

import org.springframework.context.annotation.Configuration;

import com.hazelcast.core.Hazelcast;

import com.hazelcast.core.HazelcastInstance;


@Configuration

public class HazelcastConfiguration {


    @Bean

    public HazelcastInstance hazelcastInstance() {

        Config config = new Config();

        config.setInstanceName("hazelcast-instance")

              .addMapConfig(new MapConfig()

                  .setName("my-cache")

                  .setTimeToLiveSeconds(300));

        return Hazelcast.newHazelcastInstance(config);

    }

}

3. Cache Kullanımı

Hazelcast cache'ini kullanmak için, örneğin bir servis sınıfında, @Autowired annotation'ı ile HazelcastInstance'ı enjekte edin ve cache işlemleri için kullanın.


java

Copy code

import org.springframework.beans.factory.annotation.Autowired;

import org.springframework.stereotype.Service;

import com.hazelcast.core.HazelcastInstance;

import com.hazelcast.core.IMap;


@Service

public class MyService {


    @Autowired

    private HazelcastInstance hazelcastInstance;


    public void cachePut(String key, String value) {

        IMap<String, String> map = hazelcastInstance.getMap("my-cache");

        map.put(key, value);

    }


    public String cacheGet(String key) {

        IMap<String, String> map = hazelcastInstance.getMap("my-cache");

        return map.get(key);

    }

}

Bu kodlar, Hazelcast'ın Spring Boot uygulamanızda nasıl yapılandırılacağını ve kullanılacağını göstermektedir. Hazelcast'ı ve onun özelliklerini daha etkili kullanmak için ihtiyaçlarınıza göre daha fazla yapılandırma ve özelleştirme yapabilirsiniz.

Önbellek Tahliye Politikası - Cache eviction policy nedir?



"Cache eviction policy" (Önbellek Tahliye Politikası), bir önbellek sisteminde yer alan öğelerin ne zaman ve nasıl kaldırılacağını belirleyen kurallar ve algoritmaları ifade eder. Önbellek, sınırlı bir depolama kapasitesine sahip olduğu için, yeni verileri saklamak üzere yer açmak amacıyla eski verilerin önbellekten çıkarılması gerekmektedir. Bu süreç, çeşitli tahliye politikaları kullanılarak yönetilir. En yaygın önbellek tahliye politikaları şunlardır:


Least Recently Used (LRU) - En Az Son Kullanılan: Bu politika, en uzun süredir kullanılmayan öğeyi önbellekten çıkarır. Bu, sık kullanılan verilerin önbellekte kalmasını sağlar.


First-In, First-Out (FIFO) - İlk Giren, İlk Çıkar: Bu politika, önbelleğe ilk eklenen öğeyi ilk çıkaran bir yaklaşımdır. Bu, verilerin önbellekteki kalma süresine göre çıkarılmasını sağlar.


Least Frequently Used (LFU) - En Az Sıklıkla Kullanılan: Bu politika, en az sıklıkla erişilen öğeleri önbellekten çıkarır. Bu, sıkça kullanılan verilerin önbellekte daha uzun süre kalmasını sağlar.


Random Replacement (RR) - Rastgele Değiştirme: Bu politika, önbellekten çıkarılacak öğeyi rastgele seçer. Bu, basit bir yaklaşımdır ve tahmin edilemez bir önbellek davranışı sağlar.


Her politikanın avantajları ve dezavantajları vardır ve kullanım durumuna bağlı olarak değişiklik gösterir. Örneğin, LRU, veri erişim modellerinin zamanla değişebileceği durumlar için iyi çalışırken, LFU daha sabit erişim desenlerine sahip uygulamalarda etkili olabilir. Önbellek tasarımı, bu politikaların her birinin uygulanabilirliğini ve etkinliğini dikkate almalıdır.


Örnek bir senaryo verir misin?


Tabii ki, önbellek tahliye politikalarının nasıl çalıştığını gösteren bir senaryo verebilirim. Diyelim ki bir web uygulaması geliştiriyorsunuz ve bu uygulama, kullanıcıların sık sık ziyaret ettiği sayfaları hızlı bir şekilde yüklemek için önbellek kullanıyor. Önbelleğin kapasitesi sınırlı olduğu için, yeni sayfalar eklenirken eski sayfaların çıkarılması gerekiyor. İşte burada önbellek tahliye politikaları devreye giriyor.


Senaryo: Web Sayfası Önbelleği

Durum:

Web uygulamanız, kullanıcıların en çok ziyaret ettiği 10 sayfayı önbellekte tutuyor.

Bu sayfalar sık sık güncelleniyor ve kullanıcılar bu sayfalara sürekli erişim sağlıyor.

Yeni bir sayfa popüler hale geldiğinde, bu sayfanın da önbelleğe alınması gerekiyor.

Önbellek Tahliye Politikalarının Uygulanması:

Least Recently Used (LRU):


Bu politikayı kullanırsanız, en uzun süredir kullanılmamış sayfayı önbellekten çıkarırsınız.

Örneğin, "Hakkımızda" sayfasına son erişim 5 gün önce gerçekleşmişse ve bu süre diğer sayfalardan daha uzunsa, bu sayfa önbellekten çıkarılır ve yerine yeni popüler sayfa eklenir.

Least Frequently Used (LFU):


LFU politikasını tercih ederseniz, en az sıklıkla ziyaret edilen sayfayı önbellekten çıkarırsınız.

Diyelim ki "İletişim" sayfası son bir ayda sadece 10 kez ziyaret edilmiş, bu diğer sayfalardan daha az ise, bu sayfa önbellekten çıkarılır.

Random Replacement (RR):


RR politikasını kullanırsanız, hangi sayfanın önbellekten çıkarılacağını rastgele seçersiniz.

Bu durumda, herhangi bir sayfa, örneğin "Blog" veya "Ürünler" sayfası, rastgele seçilip önbellekten çıkarılabilir.

Bu senaryoda, her tahliye politikası farklı bir yaklaşım sunar. LRU ve LFU, kullanım desenlerine bağlı olarak daha tahmin edilebilir ve verimli olabilir, ancak daha fazla kaynak gerektirebilir. RR ise daha basit ve kaynak açısından daha verimli olabilir, ancak tahmin edilemez sonuçlar doğurabilir. Hangi politikanın kullanılacağı, uygulamanın ihtiyaçlarına ve kullanıcı davranışlarına bağlı olarak değişir.

System Design Cache konusu



Cache (önbellek) tasarımı, bir sistemde veri erişimini hızlandırmak için kullanılan bir yöntemdir. Cache tasarımının temel bileşenlerini ve süreçlerini şematik bir çizimle açıklamak yararlı olacaktır. Bu çizim, aşağıdaki temel unsurları içerecektir:


Veri Kaynağı: Sistemin temel veri depolama alanı, örneğin bir veritabanı veya bir dosya sistemi.


Cache Katmanı: Hızlı erişim için sık kullanılan verileri geçici olarak depolayan katman.


İstemci / Kullanıcı: Veri talep eden uygulama veya kullanıcı.


Veri Akışı: İstemciden veri talebi, cache kontrolü, veri kaynağına erişim ve verinin cache'e kaydedilmesi süreçlerini içerir.


Cache Yönetim Politikaları: Cache boyutu, atılma (eviction) politikası, veri güncelleme ve senkronizasyon stratejileri gibi unsurları içerir.


Cache (önbellek) tasarımı, veri depolama ve erişim süreçlerini hızlandırmak için kullanılan önemli bir sistem tasarımı konseptidir. Cache, sıkça kullanılan verileri veya sonuçları hızlı bir şekilde erişilebilen bir yerde saklar, böylece aynı verilere tekrar erişim gerektiğinde daha yavaş depolama ortamlarından (örneğin, diskler veya uzak sunucular) okuma yapmak yerine bu verilere hızlıca ulaşılabilir. Cache tasarımı, genellikle performansı artırmak ve gecikme sürelerini azaltmak için kullanılır.


Cache sistemi tasarımında dikkate alınması gereken bazı anahtar konular şunlardır:


Cache Boyutu ve Yerleşimi: Cache'in ne kadar büyük olacağı ve hangi seviyede (örneğin, işlemci içinde, işlemci dışında, ağ üzerinde) yer alacağını belirlemek önemlidir.


Veri Yerleştirme Stratejisi: Hangi verilerin cache'e alınacağını ve hangi koşullar altında cache'e yerleştirileceğini belirlemek gereklidir.


Eviction Policy (Atılma Politikası): Cache dolu olduğunda hangi verilerin cache'den çıkarılacağını belirleyen politikadır. Popüler atılma politikaları arasında LRU (Least Recently Used), FIFO (First In, First Out) ve LFU (Least Frequently Used) bulunmaktadır.


Tutarlılık ve Güncelleme Stratejileri: Cache verilerinin, ana veri kaynaklarıyla nasıl tutarlı tutulacağı ve verilerin ne zaman güncelleneceği önemli bir tasarım kararıdır.


Cache Penetrasyonu ve Koruma Mekanizmaları: Cache sisteminin aşırı yüklenmesini önlemek ve etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak için gerekli olan mekanizmalar.


Distribüte Cache Yapıları: Büyük ölçekli sistemlerde, cache'in birden fazla sunucu veya düğüm arasında nasıl dağıtılacağını planlamak gerekir.


Performans Ölçümü ve İzleme: Cache sisteminin performansını sürekli olarak izlemek ve gerekirse ayarlamalar yapmak önemlidir.


Cache tasarımı, veriye erişim sürelerini önemli ölçüde azaltarak sistem performansını artırabilir, ancak yanlış yönetildiğinde sistem karmaşıklığını artırabilir ve beklenmeyen performans sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle, cache tasarımı ve uygulaması, sistem gereksinimlerine ve kullanım senaryolarına uygun bir şekilde yapılmalıdır.


Cache tasarımında dikkate alınması gereken diğer önemli konular şunlardır:


Cache Isıtma (Warming): Sistem başlatıldığında veya cache temizlendikten sonra, cache'i sıkça kullanılan verilerle önceden doldurarak performansı artırmak için kullanılır. Bu, sistem daha hızlı bir şekilde yüksek performansa ulaşmasını sağlar.


Veri Geçerliliği: Cache'teki verilerin güncelliğini korumak önemlidir. Bu, özellikle dinamik verilerle çalışıldığında kritik olabilir. Veri kaynaklarındaki değişikliklerin cache'e yansıtılması gerekmektedir.


Yatay Ölçeklenebilirlik: Özellikle web ve bulut tabanlı uygulamalar için, cache sisteminin yatay olarak ölçeklenmesi (daha fazla sunucu veya düğüm ekleyerek) önemlidir. Bu, artan kullanıcı sayısı ve veri talepleri ile başa çıkmak için gereklidir.


Yazma Stratejileri: Cache'e yazma işlemleri, "write-through", "write-back" veya "write-around" gibi farklı stratejiler kullanılarak yapılabilir. Her stratejinin avantajları ve dezavantajları vardır ve uygulamanın ihtiyaçlarına göre seçilmelidir.


Bölümlendirme ve Kümelenme: Büyük ölçekli sistemlerde, cache'i bölümlere ayırmak ve bu bölümleri farklı sunucular veya düğümler arasında dağıtmak performansı optimize etmeye yardımcı olabilir.


Yük Dengeleme: Cache sunucuları arasında yükü etkin bir şekilde dağıtmak, tek bir noktada oluşabilecek yüklenmeyi önler ve sistemin genel dayanıklılığını artırır.


Güvenlik ve Erişim Kontrolleri: Özellikle hassas verilerle çalışıldığında, cache'e erişimi kısıtlayan ve verilerin güvenliğini sağlayan mekanizmaların kurulması gerekir.


Hata Toleransı ve Yedeklilik: Cache sisteminin hata durumlarında veri kaybını önlemek ve sürekli çalışmasını sağlamak için yedeklilik ve hata toleransı mekanizmaları önemlidir.


Analitik ve Raporlama: Cache kullanımı ve performansı hakkında detaylı analitikler ve raporlar, sistemin nasıl iyileştirilebileceği konusunda önemli bilgiler sağlar.


Cache tasarımı, her ne kadar teknik bir konu olsa da, uygulamanın genel performansı üzerinde doğrudan bir etkisi olduğundan, sistem mimarları ve geliştiriciler için kritik öneme sahiptir. Başarılı bir cache tasarımı ve uygulaması, hem kullanıcı deneyimini hem de sistem verimliliğini önemli ölçüde iyileştirebilir.

Stale data nedir?

"Stale data" (eskimiş veya güncelliğini yitirmiş veri), bir verinin kaynağında meydana gelen güncellemelerin veya değişikliklerin, bu verinin kopyalarına (örneğin, bir cache sisteminde saklanan kopyalar) zamanında yansıtılmaması durumunda ortaya çıkan bir durumdur. Başka bir deyişle, stale data, ana veri kaynağındaki en güncel veriyle senkronize olmayan, eski veya güncelliğini yitirmiş veridir.


Stale data genellikle şu durumlarda oluşabilir:


Cache İşlemleri: Cache sistemleri sıklıkla stale data sorunlarına yol açabilir. Örneğin, bir veritabanında bir kayıt güncellendiğinde, bu değişiklik eğer hemen cache'e yansıtılmazsa, cache'deki ilgili veri eski (stale) hale gelir.


Asenkron İşlemler: Sistemler arasında asenkron veri senkronizasyonu yapılırken, bir sistemde yapılan güncellemelerin diğer sistemlere zamanında iletilmemesi durumunda stale data oluşabilir.


Dağıtık Sistemler: Dağıtık sistemlerde, farklı düğümler arasında veri tutarlılığını sağlamak zordur. Eğer tüm düğümler sürekli olarak güncellenmiyorsa, bazı düğümlerde stale data oluşabilir.


Stale data, sistemlerin yanlış veya eski bilgiye dayalı kararlar almasına sebep olabilir ve bu da iş akışları, analizler ve kullanıcı deneyimi üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir. Bu nedenle, özellikle dinamik ve sürekli güncellenen verilerin kullanıldığı uygulamalarda, veri tutarlılığı ve güncellik mekanizmalarının etkin bir şekilde yönetilmesi kritik öneme sahiptir. Stale data sorunlarını önlemek için yaygın olarak veri senkronizasyonu, tutarlılık garantileri, ve real-time ya da neredeyse real-time güncelleme mekanizmaları kullanılır.Yazma Stratejileri: Cache'e yazma işlemleri, "write-through", "write-back" veya "write-around" gibi farklı stratejiler kullanılarak yapılabilir. Her stratejinin avantajları ve dezavantajları vardır ve uygulamanın ihtiyaçlarına göre seçilmelidir.


Cache sistemlerinde kullanılan yazma stratejileri, verilerin hem cache hem de ana depolama arasında nasıl senkronize edileceğini belirler. Temel yazma stratejileri "write-through", "write-back" ve "write-around" olarak adlandırılır. Her birinin avantajları ve dezavantajları vardır:


1. Write-Through Cache

Nasıl Çalışır: Veri hem cache'e hem de ana depolama birimine yazılır. Her iki lokasyona da yazma işlemi tamamlanmadan işlem tamamlanmış sayılmaz.

Avantajları:

Veri Tutarlılığı: Cache ve ana depolama arasında yüksek veri tutarlılığı sağlar.

Basitlik: İmplementasyonu görece daha basittir.

Güvenilirlik: Sistem çöktüğünde veri kaybı riski daha düşüktür.

Dezavantajları:

Düşük Yazma Performansı: Her yazma işlemi ana depolama birimine de yapılacağı için yazma süreleri uzayabilir.

Artan Depolama Yükü: Ana depolama birimi üzerinde daha fazla yazma işlemi gerçekleşir, bu da ömrünü kısaltabilir.

2. Write-Back Cache

Nasıl Çalışır: Veriler önce cache'e yazılır ve sonra, genellikle belirli bir zaman aralığından sonra veya cache dolunca, ana depolama birimine yazılır.

Avantajları:

Yüksek Yazma Performansı: Yazma işlemleri hızlı bir şekilde cache üzerinde gerçekleşir.

Azalan Depolama Yükü: Ana depolama birimine yazma işlemleri daha az sıklıkla gerçekleşir.

Dezavantajları:

Veri Tutarlılığı Riski: Güç kaybı veya sistem çökmesi durumunda cache'deki veriler kaybedilebilir.

Kompleksite: Veri tutarlılığını korumak için ek mekanizmalar gerektirebilir.

3. Write-Around Cache

Nasıl Çalışır: Veriler doğrudan ana depolama birimine yazılır ve sadece okuma işlemlerinde cache kullanılır.

Avantajları:

Cache Kirliliğinin Azalması: Yazma işlemleri cache'i doldurmadığı için cache daha verimli kullanılır.

İyi Okuma Performansı: Sık okunan veriler cache'de tutulur, bu da okuma işlemlerini hızlandırır.

Dezavantajları:

Yazma İşlemlerinde Gecikme: Yazma işlemleri doğrudan ana depolamaya yapılır, bu yüzden daha yavaştır.

Veri Tutarlılığı Sorunları: Cache ve ana depolama arasında tutarlılık yönetimi daha karmaşık olabilir.

Her strateji, sistem gereksinimlerine ve performans hedeflerine göre seçilmelidir. Örneğin, yüksek yazma performansı gerektiren bir uygulama için "write-back" tercih edilebilirken, veri tutarlılığının çok kritik olduğu durumlarda "write-through" daha uygun olabilir. "Write-around" ise, okuma performansını optimize etmek isteyen senaryolarda tercih edilebilir.


Eviction Policy (Atılma Politikası): Cache dolu olduğunda hangi verilerin cache'den çıkarılacağını belirleyen politikadır. Popüler atılma politikaları arasında LRU (Least Recently Used), FIFO (First In, First Out) ve LFU (Least Frequently Used) bulunmaktadır.


Cache sistemlerinde, Eviction Policy (Atılma Politikası), cache kapasitesi dolu olduğunda hangi verilerin cache'den çıkarılacağını belirleyen bir kural setidir. En popüler atılma politikaları LRU (Least Recently Used), FIFO (First In, First Out) ve LFU (Least Frequently Used) şeklindedir. Her bir politikanın özellikleri ve kullanım senaryoları farklıdır:


1. Least Recently Used (LRU)

Nasıl Çalışır: En son en az kullanılan öğe cache'den çıkarılır. Bu, en sık kullanılan verilerin cache'de kalmasını sağlar.

Uygulama Senaryoları: LRU, sık kullanılan verilerin erişim hızını optimize etmek isteyen uygulamalar için idealdir.

Avantajları:

Aktif olarak kullanılan verileri cache'de tutar.

Dinamik veri erişim modellerine iyi uyum sağlar.

Dezavantajları:

Yönetimi ve implementasyonu biraz daha karmaşık olabilir.

Erişim sıklığı az olan ancak önemli olan verilerin erken atılma riski vardır.

2. First In, First Out (FIFO)

Nasıl Çalışır: Cache'e ilk giren öğe, cache dolu olduğunda ilk çıkarılan öğe olur.

Uygulama Senaryoları: FIFO, veri erişiminin nispeten sabit ve tahmin edilebilir olduğu durumlar için uygundur.

Avantajları:

Implementasyonu ve yönetimi kolaydır.

Veri erişiminde adil bir yaklaşım sağlar.

Dezavantajları:

Sık kullanılan verilerin erken atılma riski vardır.

Veri erişim modellerinin değişkenliğine iyi uyum sağlayamayabilir.

3. Least Frequently Used (LFU)

Nasıl Çalışır: En az sıklıkla kullanılan öğeler cache'den çıkarılır.

Uygulama Senaryoları: LFU, uzun süreli veri erişim modellerini izlemek ve en az kullanılan verileri atmak isteyen uygulamalar için uygundur.

Avantajları:

Uzun vadeli veri kullanımı için optimize edilmiştir.

Sıkça kullanılan verileri etkin bir şekilde cache'de tutar.

Dezavantajları:

Yönetimi ve implementasyonu karmaşık olabilir.

Kısa süreli erişim desenleriyle iyi başa çıkamayabilir.

Her bir atılma politikası, veri erişim desenlerine ve uygulamanın ihtiyaçlarına göre seçilmelidir. Örneğin, web uygulamaları ve interaktif sistemler genellikle LRU'yu tercih ederken, belirli bir süre boyunca sabit veri erişim desenleri olan uygulamalar için FIFO veya LFU daha uygun olabilir. Önemli olan, uygulamanın veri erişim desenlerini doğru analiz etmek ve buna göre en uygun atılma politikasını seçmektir.



System Design Availability konusu - Active ve Passive redundancy nedir? Kiritik Bileşenler, Availability nines, SLA, SLO



İşte "sistem tasarımının kullanılabilirlik konusunu" gösteren bir konsept diyagramı. Bu diyagram, yüksek kullanılabilirlik sistem tasarımının çeşitli bileşenlerini - yedek sunucular, hata geçiş mekanizmaları, yük dengeleyiciler ve veri yedekleme çözümleri - detaylı bir şekilde göstermektedir.

"Sistem Tasarımı: Kullanılabilirlik" konusu, bir bilgi teknolojisi sisteminin, olası arızalara veya sorunlara karşı sürekli olarak çalışır durumda kalabilmesi için gerekli tasarım prensipleri ve yaklaşımlarını içerir. Bu konu, özellikle kritik sistemler için önemlidir, çünkü bu sistemlerin kesintisiz çalışması gerekmektedir. İşte bu konunun ana unsurları:


Yüksek Kullanılabilirlik (High Availability, HA): Yüksek kullanılabilirlik, bir sistemin uzun süreler boyunca kesintisiz olarak çalışabilmesini sağlamak için tasarlanmış bir yaklaşımdır. Bu, sistemde oluşabilecek herhangi bir hata durumunda bile sistemin çalışmaya devam etmesini sağlar.


Yedeklilik (Redundancy): Yedeklilik, kritik sistem bileşenlerinin bir veya birden fazla kopyasının bulunmasıdır. Bu, ana bileşenlerden herhangi biri arızalandığında, yedek bileşenlerin devreye girmesini ve sistemin çalışmaya devam etmesini sağlar.


Failover Mekanizmaları: Failover, bir sistemin birincil bileşeninde meydana gelen bir arıza durumunda otomatik olarak yedek bileşene geçiş yapmasını sağlayan bir süreçtir. Bu, kesintisiz hizmet sunumu için kritik bir özelliktir.


Yük Dengeleme (Load Balancing): Yük dengeleme, gelen isteklerin veya iş yükünün birden fazla sunucu veya kaynak arasında dengeli bir şekilde dağıtılmasını sağlar. Bu, tek bir kaynağın aşırı yüklenmesini önler ve sistem performansını ve güvenilirliğini artırır.


Veri Yedekleme ve Kurtarma: Verilerin düzenli olarak yedeklenmesi ve kolayca kurtarılabilir olması, veri kaybı riskini azaltır ve sistemin hızlı bir şekilde eski haline getirilmesini sağlar.


İzleme ve Günlükleme: Sistemin sürekli izlenmesi ve etkinliklerin günlüğe kaydedilmesi, olası sorunların erken tespit edilmesini ve hızlı müdahale edilmesini sağlar.


Test ve Doğrulama: Sistem, gerçek dünya senaryolarında düzenli olarak test edilmeli ve yüksek kullanılabilirlik özelliklerinin doğru bir şekilde çalıştığından emin olunmalıdır.


Bu unsurlar, bir sistem tasarımının kullanılabilirliğini artırmak için birlikte çalışır ve kritik iş süreçlerinin kesintisiz ve güvenilir bir şekilde devam etmesini sağlar.

Active ve Passive redundancy nedir?

"Active" ve "Passive" yedeklilik, yüksek kullanılabilirlik sistemlerinde kullanılan iki farklı yedeklilik stratejisidir. Her ikisi de sistem arızalarına karşı koruma sağlamak amacıyla tasarlanmıştır, ancak çalışma şekilleri ve uygulamaları farklılık gösterir.


Active Redundancy (Aktif Yedeklilik)

Tanım: Aktif yedeklilikte, tüm yedek bileşenler ana bileşenlerle eş zamanlı olarak çalışır. Bu yedek bileşenler sürekli olarak aktif durumdadır ve ana sistemle paralel olarak iş yükünü paylaşır.

Avantajlar: Aktif yedeklilik, hemen hemen anında failover sağlar. Ana sistemde bir sorun oluştuğunda, yedek sistemler zaten çalışır durumda olduğu için kesinti süresi minimuma indirilir.

Uygulamalar: Yüksek performans gerektiren ve kesintisiz hizmet sunması kritik olan sistemlerde tercih edilir. Örneğin, finansal işlemlerin gerçekleştiği sistemler veya sürekli veri akışı gerektiren uygulamalar.

Passive Redundancy (Pasif Yedeklilik)

Tanım: Pasif yedeklilikte, yedek bileşenler yalnızca ana bileşenlerde bir arıza meydana geldiğinde devreye girer. Bu bileşenler normal şartlar altında bekleme modundadır ve sadece gerekli olduğunda aktif hale gelir.

Avantajlar: Pasif yedeklilik daha az kaynak gerektirir çünkü yedek bileşenler sadece ihtiyaç duyulduğunda kullanılır. Bu, maliyet ve kaynak yönetimi açısından etkili bir çözüm olabilir.

Uygulamalar: Daha az kritik sistemlerde veya maliyetin önemli bir faktör olduğu durumlarda tercih edilir. Örneğin, düşük hızda veri işleyen arka plan sistemleri veya kritik olmayan iş uygulamaları.

Her iki stratejinin de avantajları ve dezavantajları vardır. Seçim, genellikle sistem gereksinimleri, performans beklentileri, maliyet faktörleri ve tolerans edilebilecek maksimum kesinti süresine bağlı olarak yapılır.


Bir sistemin her parçası eşit önemde availablity'ew mi sahiptir yoksa bazı losomları(özelikleri) daha mı önemlidir? Örneğin bir sistemin ödeme kısmı ile CDN kısmı atnı öneme mi sahiptir?


Bir sistemin her parçasının kullanılabilirlik açısından eşit önemde olmadığını söylemek doğru olur. Sistem bileşenlerinin önemi, işlevselliklerine, sistemin genel hedeflerine ve iş süreçlerinin kritikliğine bağlı olarak değişir. Özellikle karmaşık sistemlerde, bazı bileşenler diğerlerinden daha kritik olabilir ve dolayısıyla daha yüksek kullanılabilirlik gereksinimlerine sahip olabilir. İki örnek üzerinden bu durumu açıklamak faydalı olacaktır:


Ödeme Sistemi

Önemi: Bir ödeme sistemi, genellikle bir işletmenin finansal işlemlerini yönettiği için son derece kritiktir. Bu sistemde yaşanacak herhangi bir kesinti doğrudan gelir kaybına, müşteri memnuniyetsizliğine ve güvenilirlik sorunlarına yol açabilir.

Kullanılabilirlik Gereksinimi: Ödeme sistemlerinin yüksek kullanılabilirliğe sahip olması gerekmektedir. Bu, kesintisiz işlem yapabilme, hızlı failover mekanizmaları ve güçlü veri güvenliği protokolleri gerektirir.

İçerik Dağıtım Ağı (CDN)

Önemi: CDN, genellikle web içeriğini daha hızlı ve verimli bir şekilde sunmak için kullanılır. Bu, kullanıcı deneyimini iyileştirir ve sunucu yükünü azaltır.

Kullanılabilirlik Gereksinimi: CDN'ler genellikle ödeme sistemleri kadar kritik olmayabilir. Bununla birlikte, bir CDN'nin başarısız olması, web sitesinin performansını ve erişilebilirliğini etkileyebilir, bu da kullanıcı deneyimi üzerinde olumsuz bir etki yaratabilir.

Her iki sistem de önemli olsa da, bir ödeme sisteminin başarısızlığı, doğrudan finansal kayıplara ve müşteri güvenliği sorunlarına yol açabileceğinden, genellikle bir CDN'den daha kritik kabul edilir. Bu nedenle, ödeme sistemlerinin daha yüksek kullanılabilirlik standartlarına sahip olması ve daha kapsamlı yedeklilik ve failover stratejilerine ihtiyaç duyması muhtemeldir.


Sonuç olarak, bir sistemdeki farklı bileşenlerin kullanılabilirlik gereksinimleri, işlevselliklerine ve iş süreçlerindeki rollerine göre değişiklik gösterir. Bu durum, sistem tasarımı ve yedeklilik stratejilerinin planlanmasında dikkate alınması gereken önemli bir faktördür.

Availability nines nedir? Bit sistemin high avaianle olması için en az kaç 9 gerekir?

"Availability nines" veya "nine'lar", bir sistemin genel kullanılabilirliğini (availability) ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Bu terim, genellikle yüzde olarak ifade edilen sistemin kullanılabilirlik oranını belirlemek için kullanılır. Örneğin, bir sistem %99 kullanılabilir olduğunda, bu "iki nine" (two nines) olarak ifade edilir. Yani, "nine'lar" ne kadar fazla ise, sistem o kadar güvenilir ve kesintisiz hizmet sunuyor demektir.



Availability Nines Örnekleri

%99 (Two Nines): Yılda yaklaşık 3.65 gün veya aylık yaklaşık 7.20 saat kesinti anlamına gelir.

%99.9 (Three Nines): Yılda yaklaşık 8.76 saat kesinti.

%99.99 (Four Nines): Yılda yaklaşık 52.56 dakika kesinti.

%99.999 (Five Nines): Yılda yaklaşık 5.26 dakika kesinti.

High Availability için Gerekli Nine'lar

"High availability" (yüksek kullanılabilirlik) için genel bir standart yoktur ve gereksinimler bir sistemden diğerine değişebilir. Ancak, genellikle "high availability" olarak kabul edilen sistemler en azından %99.99 veya "four nines" kullanılabilirlik sunar. Bu, yılda sadece birkaç dakikalık kesinti anlamına gelir ve birçok kritik uygulama için bu seviye yeterlidir.


Ancak, bazı çok kritik sistemler (örneğin, finansal işlem sistemleri, sağlık hizmetleri, telekomünikasyon altyapısı) için %99.999 veya "five nines" kullanılabilirlik gerekebilir. Bu, neredeyse kesintisiz bir hizmet anlamına gelir.


Sonuç olarak, bir sistemin "high available" olması için gerekli nine'lar, sistemin kritikliğine ve tolerans edilebilir kesinti süresine bağlı olarak değişir. Özellikle kritik sistemler için daha yüksek kullanılabilirlik seviyeleri (four nines veya daha fazlası) hedeflenir.

SLA,SLO ve availability ilişkisi

SLA (Service Level Agreement), SLO (Service Level Objective) ve "availability" (kullanılabilirlik), hizmet yönetimi ve IT altyapısında önemli kavramlardır ve birbiriyle yakından ilişkilidir. Bu üç terim, hizmet kalitesi ve performans beklentilerini tanımlamada ve yönetmede kullanılır. İşte bu terimler arasındaki ilişki:


1. Service Level Agreement (SLA)

Tanım: SLA, bir hizmet sağlayıcı ile müşteri arasında yapılan bir anlaşmadır. Bu anlaşma, sunulan hizmetin minimum performans seviyesini ve kalitesini belirtir.

Örnek: Bir SLA, bir bulut hizmet sağlayıcısının müşterilere %99.95 kullanılabilirlik sunmayı taahhüt ettiği bir anlaşma olabilir.

2. Service Level Objective (SLO)

Tanım: SLO, SLA içinde belirlenen hedeflerin bir parçasıdır ve genellikle belirli bir metrik veya performans göstergesi üzerinden ölçülür. SLO'lar, SLA'nın uygulanmasında kilit rol oynar ve hizmetin kalitesini sürekli izlemek için kullanılır.

Örnek: Bir SLO, yukarıda bahsedilen SLA'nın bir parçası olarak, sistemde aylık kesinti süresinin 22 dakikayı geçmemesi olabilir.

3. Availability (Kullanılabilirlik)

Tanım: Kullanılabilirlik, bir sistemin veya hizmetin ne kadar güvenilir ve erişilebilir olduğunu ifade eder. Genellikle yüzdelik bir oran olarak ifade edilir ve sistem kesintilerinin süresini gösterir.

Örnek: %99.95 kullanılabilirlik, yılda yaklaşık 4 saat 22 dakikadan daha az kesinti anlamına gelir.

İlişki

SLA ve Kullanılabilirlik: SLA, genellikle kullanılabilirlik gibi ölçülebilir hedefler içerir. Bir hizmet sağlayıcının müşterilere sunduğu kullanılabilirlik seviyesi, SLA'da belirtilir.

SLO ve Kullanılabilirlik: SLO, kullanılabilirlik hedeflerini belirler ve bu hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığını izlemek için kullanılır. SLO, genellikle SLA'nın spesifik hedeflerini detaylandırır ve ölçülebilir performans göstergeleri sağlar.

Ölçüm ve Yönetim: SLA ve SLO'lar, kullanılabilirlik dahil olmak üzere hizmet kalitesini ölçmek ve yönetmek için kritik araçlardır. Bunlar, hizmet sağlayıcıların müşteri beklentilerini karşılamak için belirli standartlara ulaşmalarını sağlar.

SLA ve SLO'lar, hizmet sağlayıcılarının müşterilere sunacakları hizmet kalitesini garanti altına alırken, kullanılabilirlik, bu hizmetin ne kadar güvenilir ve erişilebilir olduğunu somut bir şekilde ölçer. Bu üç terim birlikte, hizmet kalitesinin sürekli izlenmesi ve iyileştirilmesi için bir çerçeve sağlar.


Sonuç

Özetlemek gerekirse, "availability" (kullanılabilirlik), bir sistemin belirli bir zaman diliminde kesintisiz ve etkin bir şekilde çalışma kabiliyetini ifade eder. Sistem tasarımında kullanılabilirlik, özellikle kritik iş süreçleri için hayati öneme sahiptir. Farklı sistem bileşenlerinin önemi ve kullanılabilirlik gereksinimleri, işlevlerine ve iş süreçlerindeki rollerine göre değişir. Bazı sistemler (örneğin, ödeme sistemleri) diğerlerinden (örneğin, içerik dağıtım ağları) daha yüksek kullanılabilirlik gereksinimlerine sahip olabilir.


"Availability nines" kavramı, bir sistemin kullanılabilirlik seviyesini ifade eder ve yüzde olarak belirtilir. Yüksek kullanılabilirlik olarak kabul edilen sistemler genellikle en az %99.99 (four nines) veya daha yüksek bir kullanılabilirlik sunar. Bazı çok kritik uygulamalar için %99.999 (five nines) gibi daha yüksek kullanılabilirlik seviyeleri gerekebilir.


Sonuç olarak, sistem tasarımında kullanılabilirlik, maliyet, performans ve sistem kritikliği arasında dengeli bir yaklaşım gerektirir. Yüksek kullanılabilirlik sağlamak, yedeklilik, failover mekanizmaları, yük dengeleme ve etkin izleme gibi bir dizi stratejiyi içerir. Her sistem, özgün ihtiyaçlarına göre özelleştirilmiş bir kullanılabilirlik planına sahip olmalıdır.


Service Level Agreement (SLA-Hizmet Düzeyi Sözleşmesi) ve Service Level Objective (SLO-Hizmet Düzeyi Hedefi): nedir?



SLA (Service Level Agreement) ve SLO (Service Level Objective) terimleri, özellikle BT ve hizmet yönetimi alanlarında sıkça kullanılır. Her ikisi de hizmet kalitesi ve performans beklentileriyle ilgilidir, ancak aralarında bazı önemli farklar bulunur.


Service Level Agreement (SLA):


Tanım: SLA, bir hizmet sağlayıcısı ile müşteri arasında resmi olarak anlaşılan hizmet seviyesini tanımlayan bir anlaşmadır. Bu anlaşma, hizmetin kalitesi, kullanılabilirliği ve diğer performans ölçütleri hakkında kesin taahhütler içerir.

Özellikler:

Yasal Bağlayıcılık: SLA genellikle yasal olarak bağlayıcı bir belgedir.

Detaylar: SLA'da hizmetin nasıl sunulacağına dair ayrıntılı bilgiler, ceza koşulları ve performans ölçütleri yer alır.

Hedefler ve Taahhütler: SLA, sağlayıcının yerine getirmesi gereken spesifik hizmet hedeflerini ve taahhütlerini içerir.

Service Level Objective (SLO):

Tanım: SLO, bir hizmetin ulaşması gereken belirli performans seviyelerini tanımlar. Bunlar, SLA içindeki hedeflerin daha spesifik ve ölçülebilir ifadeleridir.

Özellikler:

Hedef Odaklı: SLO, genellikle belirli bir hizmetin kalitesini ölçmek için kullanılan spesifik, ölçülebilir hedeflerdir.

Operasyonel Kriterler: SLO, genellikle sistem performansı, yanıt süresi, kullanılabilirlik gibi operasyonel kriterlere dayanır.

İçsel Ölçütler: SLO, genellikle organizasyon içindeki hizmet yönetimi ve işletme süreçlerine yöneliktir ve dış müşterilere doğrudan sunulmaz.

Örnek:


Bir web hosting şirketi, müşteriyle bir SLA imzalayabilir. Bu SLA, sistemlerin ayda en fazla 4 saat boyunca çevrimdışı olacağına dair bir taahhüt içerebilir. Buradaki SLO, sistemlerin ayda %99.5 süreyle çevrimiçi olması gerektiğini belirleyebilir.

SLA ve SLO arasındaki temel fark, SLA'nın genellikle dış müşterilerle olan resmi anlaşmaları ifade ederken, SLO'nun daha çok iç operasyonel hedeflere odaklanmasıdır. SLA, SLO'yu kapsar ve onları müşteriye karşı yasal olarak taahhüt edilen hizmet seviyesi çerçevesinde birleştirir.


Bazı yaygın SLO örnekleri ve değerleri:


Erişilebilirlik/Erişim Süresi:


Örnek: Sistem ayda en fazla 30 dakika çevrimdışı olabilir.

Değer: %99.95 erişilebilirlik.

Yanıt Süresi:


Örnek: Web sayfası yüklenme süresi 3 saniyeden fazla olmamalı.

Değer: %90'ın üzerinde istekler için maksimum 3 saniye yanıt süresi.

İşlem Zamanı:


Örnek: Veritabanı sorgularının %95'i 100 ms içinde tamamlanmalı.

Değer: 100 ms'nin altında ortalama sorgu yanıt süresi.

Hata Oranı:


Örnek: Hata oranı %0.1'den az olmalıdır.

Değer: Her 1000 istekten en fazla 1'inde hata.

Veri Kaybı:


Örnek: Veri kaybı yılda 0.01% oranını geçmemelidir.

Değer: Yıllık veri kaybı oranı %0.01.

Destek Yanıt Süresi:


Örnek: Acil destek taleplerine ortalama 15 dakika içinde yanıt verilmelidir.

Değer: Acil durumlar için %95 oranında 15 dakika içinde yanıt.

Kapasite/Bant Genişliği:


Örnek: Sistem, herhangi bir zamanda en az 10.000 eşzamanlı kullanıcıyı destekleyebilmelidir.

Değer: Minimum 10.000 eşzamanlı kullanıcı kapasitesi.

Yedekleme ve Kurtarma Süresi:


Örnek: Sistem çökmesi durumunda verilerin yedekten kurtarılma süresi 4 saat içinde olmalıdır.

Değer: Maksimum 4 saatte veri kurtarma.

Bu örnekler, hizmet sağlayıcıların çeşitli operasyonel hedefleri tanımlamak ve müşterilerine sunmak için kullandığı SLO türlerini ve bunların ölçüm değerlerini göstermektedir. SLO'lar, hizmet kalitesini sürekli olarak izlemek ve iyileştirmek için kritik öneme sahiptir.

Karmaşık bir senaryo üzerinden anlat

Tabii, karmaşık bir senaryo üzerinden SLA (Service Level Agreement) ve SLO (Service Level Objective)'nun nasıl işlediğini anlatayım. Bu senaryoda, bir şirket (diyelim ki XYZ Ltd.) bir bulut hizmet sağlayıcısıyla (CloudCorp) bir anlaşma yapıyor.


Senaryo: XYZ Ltd. ve CloudCorp'un SLA ve SLO İlişkisi

Durum:


XYZ Ltd., iş süreçlerini desteklemek için CloudCorp'un bulut tabanlı veri depolama hizmetlerini kullanıyor.

XYZ ve CloudCorp arasında bir SLA imzalanıyor.

SLA (Service Level Agreement) Detayları:


Erişilebilirlik Taahhüdü: CloudCorp, yıllık erişilebilirlik oranının %99.9 olacağını taahhüt ediyor.

Performans Standartları: Veri aktarım hızının minimum 500 Mbps olması gerektiği belirtiliyor.

Ceza Koşulları: Eğer CloudCorp bu hizmet seviyelerini yerine getiremezse, XYZ'ye belirli bir miktarda kredi veya indirim sağlamayı kabul ediyor.

Destek Hizmetleri: Teknik destek hizmetlerinin 24/7 sunulacağı ve acil durumlar için 1 saat içinde yanıt verileceği belirtiliyor.

SLO (Service Level Objective) Örnekleri:


Erişilebilirlik SLO'su: Sistem, ayda en fazla 40 dakika kesintiye uğrayabilir (bu, %99.9 erişilebilirlikle uyumlu).

Performans SLO'su: Veri transfer hızlarının %95 zaman diliminde 500 Mbps'den düşük olmaması.

Destek SLO'su: Acil destek taleplerine ortalama 30 dakika içinde yanıt verilmesi.

Uygulama:


XYZ Ltd., CloudCorp'un hizmetlerini kullanmaya başlar.

Bir ay boyunca, XYZ, CloudCorp'un sistemlerinin beklenenden daha sık kesintiye uğradığını ve bazı saatlerde veri aktarım hızlarının 500 Mbps'nin altına düştüğünü fark eder.

XYZ, bu durumu CloudCorp'a bildirir.

Sonuç:


CloudCorp, performans verilerini inceler ve SLA'da belirtilen hedeflerin karşılanmadığını doğrular.

SLA kapsamında, CloudCorp XYZ'ye sözleşmede belirtilen kredi veya indirimi sağlar.

Ayrıca, CloudCorp, bu sorunları önlemek için gerekli iyileştirmeleri yapmak üzere eylem planı oluşturur.

Bu senaryoda, SLA, XYZ Ltd. ve CloudCorp arasındaki resmi anlaşmayı temsil eder ve belirli hizmet seviyelerini, ceza koşullarını ve müşteriye sunulan genel hizmetleri kapsar. SLO'lar ise, CloudCorp'un iç operasyonel hedeflerini, yani hizmetin belirli yönlerinin (erişilebilirlik, performans, destek hizmetleri) nasıl ölçüleceğini ve değerlendirileceğini belirtir. Bu örnekte, SLO'ların ihlali, SLA kapsamında XYZ'ye belirli haklar sağlar ve CloudCorp'a süreçlerini iyileştirmek için bir yol gösterir.





Rastgele İçerik

DonanımHaber

© tüm hakları saklıdır
made with by templateszoo